Bilinmeyen Çağların Hikayesi: Gökşin - Reha Oğuz Türkkan


Bir sürprizim olduğunu söylemiştim daha önceki yazılarımdan birinde. Tarih maratonum sırasında arada metodik araştırmalardan sıyrılıp o dönemleri roman tadında anlatan kitaplardan bahsetmenin güzel olacağını düşünmüştüm. İşte şimdi size tanıtacağım kitapta bilinmeyen bir dönemi, roman tadında anlatmayı planlayan; tunç çağında geçen biraz bilim-kurgu, biraz fantezi, epey de antropolojik ve tarihi bilgi içeren bir roman; Gökşin.  Altın Kitaplar tarafından basılmış 320 sayfalık bir roman. Kitabın yazarı rahmetli Ord. Prof. Dr. Reha Oğuz Türkkan. Bu kitapla tarihi platformlarda anlattığı ancak toplumun genelinin pek bilgi sahibi olmadığı bir çağı, popüler üslupla daha çok insana tanıtmaya çalışmış Reha hoca. Açıkçası bir iki yerde, roman havasından çıkıp dönem tarihinin anlatılmaya çalışıldığı ifadeler akıcılığı biraz baltalasa da, çok hoş bir seda bırakılmış bizlere. Kitabın alt başlığında her ne kadar Tunç Çağında Aşk diye yazsa da kitap bir aşk romanı değil. Hatta aşk olgusu kitap boyunca en fazla iki veya üç bölümde işlenmiş, geri kalan bölümler daha çok tarih ve fantezi kurgusu doğrultusunda ilerliyor. Kitap önce, kitaba ismini veren Gökşin'in obasından kovulması ile başlıyor. Daha sonra 2000'li yıllarda bir arkeolog ve antropolog olan Alper'in Aral Gölü derinliklerinde bulduğu esrarengiz; dna örneklerini içinde yutarak organik bir yapı alabilen bir taşı bulması ile devam ediyor. Bilim adamımız bu taşla ne yapacağını bilemezken gelişmeler, parapsikoloji konusunda Amerikalı uzmanların bile saygı duyduğu ve danıştığı duru görü gibi yetenekleri olan kızılderili John Shastakowan ile Alper'in yolunu kesiştiriyor ve bu organik taşa bakarlarken istem dışı bir zaman yolculuğu yaparak önce M.Ö. 10.000'lere düşüyorlar. Orada ki maceraları kısa sürüyor ve buradan yanlarına bir alp-turanid insan alarak Tunç Çağına ışınlanıyorlar. 

Çok ilgi çekici bir kitap, Reha hoca bir yandan insanlığın var oluşuna ve kültürlerin oluşmasına ilişkin bilgileri kitapta harmanlarken, öte yandan da eğlenceli bir hikaye anlatıyor. Tabii Reha hocanın asıl amacı, M.Ö. 10.000'lerden başlayarak Alp-Turanid ırkın ve Türklerin nasıl ortaya çıktığı gibi sorulara kendi araştırmaları doğrultusunda cevap aramak. Gökşin, Kökbörü, Kızıltuğur, Ilbırın, Eçe Ana gibi bir çok enteresan karakterle karşılaşıyorsunuz roman boyunca. Arada bir nokta da Sümerlilerin Mezopotamya gidiş hikayesi var. Reha hocanın, alışageldiğim kitaplarından sıyrılarak kaleme aldığı romanda, gerçekten mükemmel betimlemeler var. Dönem coğrafyasını da az çok biliyorsanız, betimlemeler sizi ortamın için rahatça sokabilecek kadar üst düzey. Elbette ki kitapta sunulan bilgilerin bir kısmı kanıtlanmış gerçekler olmakla birlikte çoğunluğu teoriler üzerine kurulmuş. Bir Kızılderili Şamanı ile Türk bilim adamının kendi kökenlerine dair tarihi gerçekleri(!) keşfetmeleri, bu sırada birbirlerini sorularla ters köşeye yatırmaları hoş bir ayrıntı olmuş. Reha hocanın arada roman kurgusundan çıkarak, "size bir de şunları anlatayım" dediği bölümler öğretici olabilir, ancak romanın kurgusuna bir miktar zarar vermiş. Anlatıcının romanı bırakarak, okuyucu ile direk iletişime geçmesi bir anda o bölümü basitleştirebiliyor. Olayların gelişiminden yola çıkarak okuyucuya tahmin yürütme veya okuyucuyu, anlatmaya çalıştığı gerçeğe yönlendirme şansı tanımadığı bazı bölümler de var elbet. Bütün bunlara karşın, okurken çok eğlendim. Tarihi olayları anlatan romanları okurken kendi yöntemim önce romanda anlatılan tarihe ilişkin bilgi sahibi olmaktır. Böyle olduğu zaman hem olayın nerede kurgu olduğunu, nerede kurgunun dışına çıkıp gerçek bilgiler aktardığını anlamanız kolay oluyor. Tabii tunç çağı hakkında ne kadar bilgi edinirseniz edinin günümüz tarihi anlamında çok fazla bir bilgi de geçmiyor elinize. Bu sebeple, bilinmeyen bir çağa ilişkin, eğlenceli, bilgilendirici ve zaman zaman gülümsemenize sebep olacak bir kitap arıyorsanız, Gökşin bu ihtiyacı karşılamak için birebir.

Kitap hakkında söyleyeceklerim bu kadar, ancak bahsetmem gereken bir husus daha var. Monolog olarak düşündüğüm yazılarımın bu kadar okunmasını, okuyanlardan ve arkadaşlarımdan gelebilecek olumlu ve olumsuz eleştirileri beklemiyordum. O yüzden sitenin amacı ile ilgili bir iki husustan tekrar bahsetmem lazım. Öncelikle sitedeki tek amacım, okuduğum kitapları tanıtmak ve okuyan insanların bu kitapları merak etmelerini sağlamak. Yani sitede tarih dersi vermek gibi bir gayem yok. Tarih maratonu tamamen site fikri içerisinde gelişen bir fikir olmasına rağmen, buradaki gayem tarih konusunda az okuyan, hatta genel olarak az okuyan bir toplum olmamızdan kaynaklanan sorunlara belki kendi çapımda bir çözüm bulma arayışı olabilir. Ben istiyorum ki, insanlar kitap okusunlar. İdeolojisi, düşüncesi, hayatı algılayış şekli ne olursa olsun; okumak insanı zinde tutan, düşünce çeşitliliği kazandıran, hayatı ve olayları algılamak için insanlara farklı pencereler açan bir olgu. O yüzdendir ki, -şu an tek örnek olduğu için söylüyorum- Sümerlilerin tarihini anlatmak yerine, yazılarımı okuyan insanlarda bu tarihi okumak için heves uyandırmaya çalışıyorum. Burada kitapların nelerden bahsettiklerini ayrıntısıyla değil; ama başlıklarıyla anlatmamın bir sebebi de budur. Elbette kendi edindiğim yeni bilgiler doğrultusunda değerlendirmeler yapıyorum, ancak en başından beri söylediğim gibi, yazdıklarım benim değerlendirmelerim. Dolayısıyla okuyanların görüşleri ile zaman zaman uyum sağlamamasından daha doğal bir şey yok.

Ben hayatı kitaplar ile algılıyorum. Onları seyrediyor, ciltleri ve kapakları üzerinde elimi gezdiriyor, sayfalarının kokusunu içime çekiyorum. Bazen bir parçası olmaktan çok sıkıldığım bu dünyadan sağlıklı bir şekilde uzaklaşabilmemin tek yolu da kitap okumak. Okuduklarımı geniş geniş anlatmanın ise kitabı okumak isteyebilecek insanlara bir faydası olmadığına inanıyorum. O yüzden daha geniş bilgi edinmek isteyen herkesi, tanıttığım kitapları okumaya davet ediyorum.

Bir sonraki yazıda, tarih maratonunun ikinci bölümünde Hititlerde görüşmek dileğiyle...



Yorumlar