Bin Yılın Sistem Eleştirisi: Bin Dokuz Yüz Seksen Dört - George Orwell

"Savaş barıştır, Özgürlük Köleliktir, Cehalet Güçtür"



Bütün konuşmalarınızın dinlendiği, hareketlerinizin izlendiği, söylemlerinizin başkası tarafından kontrol edildiği, partinin istediği şekilde yemek, içmek, yaşamak, düşünmek ve nefes almak zorunda olduğunuz bir ülke hayal edin. Eğer hayal etmek zor geliyorsa o zaman size, George Orwell'in dünya siyaset ve edebiyat tarihi içerisinde inanılmaz ses getirmiş olan romanını okumanızı tavsiye edeceğim. Bu roman için sayfalarca yazı yazılabilir ve hatta eleştiri yazılarından bir kitap bile oluşturulabilir. Ancak bunlara geçmeden önce kitabı size tanıtmakla işe başlayayım. Farklı yayınevlerinden yayınlanmış versiyonları olmakla birlikte ben size Celal Üster'in çevirisi olan Can Yayınları tarafından basılmış olanını öneriyorum. Karton kapaklı 350 sayfalık inanılmaz bir roman. 1948 yılında yayınlanmış olmasına rağmen, okunduğu her çağda okunduğu dönemi anlatıyormuş gibi bir hava yaratması yönüyle eşi bulunmaz bir eser. Aynı zamanda distopik bir bilim-kurgu romanı niteliğinde olan 1984 ardından gelen birçok distopik romanı ve bilim-kurgu eserini de inanılmaz ölçüde etkilemiştir. Özellikle Matrix filminin felsefik altyapısını oluşturan ögelerin bu romandan kaçınılmaz şekilde etkilendiği, Orwell'in Gibson'ın romancılığını etkilemesi ve ona alt yapı oluşturmuş olduğunu söylersem abartılı bir yorum olmaz. Bilim-kurgu ögelerinin dışında totaliter yönetim sistemlerine getirmiş olduğu eleştirinin etkisi, yazımın başlığında da yer aldığı üzere bin yıllık bir etkiyi beraberinde getirecek türdendir. Bugün bile kullanmakta olduğumuz Big Brother (Büyük birader) kavramı halkların kendilerini yöneten iktidarlara yakıştırageldiği bir kavram haline gelmiştir. Anlatılan dünya romanın yazıldığı dönemde ne kadar ütopik görünüyor olsa da, günümüz açısından bakıldığında anti-ütopik olarak nitelendirilebilir. Roman yazıldığı tarihte Avrupa'daki Son Adam ismi ile yazılmış olmasına karşın, yayımcının tercihi ile isim değiştirilip bugünkü ismini almıştır. Totaliter bir merkezden ülkeyi yöneten partinin yani Büyük Biraderin tele ekran (günümüzde televizyon belki de çoktan bu tele ekranın yerini almıştır diyebiliriz) ve düşünce polisleri vasıtası ile vatandaşlarını içine kıstırdığı bir yaşamın öyküsüdür aynı zamanda. Can Yayınlarından yapılan baskıda Celal Üster'in giriş yazısı çok etkileyici olduğu gibi, sizi aynı zamanda romanda karşılaşacağınız ortama çok iyi hazırlamaktadır.

Orwell'in hayal gücü ve öngörüsü gerçekten mükemmel. Onun 1984 tarihinde vuku bulacağını öngördüğü birçok şey belki o tarihte gerçekleşmemiş olabilir; ancak ilerleyen zaman zarfında yönetimler tam da onun öngördüğü yolda ilerlemektedirler. Bu yayında iç sayfalardan paylaşacağım İktidar kavramına ilişkin tanımlama ise tam da güncel sorunlarımızı açıklar niteliktedir. Orwell'in betimlediği dünya da, parti neye istiyorsa ona inanmak, parti neyi yapmanızı istiyorsa onu yapmak, parti ne zaman yemek yiyip, ne zaman uyumanızı istiyorsa onu yapmak zorundasınızdır. Yazarın çiftdüşün adını verdiği ilke doğrultusunda bireylerin özgür düşünce sahibi olmalarının önüne geçmek, bariz olarak gerçek olan bir olguyu gerçeğe aykırı addetmelerini sağlamak mümkün olmaktadır. Sorgulamak, cevaplar aramak, politik düşünmek ve kararlar almak mümkün değildir. Partinin bakanlıkları ve onlara verdikleri isimler tam tersini ifade etmektedir. Örneğin Doğruluk Bakanlığında sürekli yalan üzerine kurulu propagandalar üretilmekte, Sevgi Bakanlığında ise sisteme aykırı davranan bireylere ciddi işkenceler yapılmaktadır. Totaliter yönetimin bu sindirici ve baskıcı tarzı vatandaşları gittikçe apolitikleştirerek ve korkutarak itaatkar ve düşünmeyen bireyler haline getirmektedir. Sürekli olarak savaşılan ülkenin değiştiği, her düşman değiştiğinde bütün kurgunun yeniden yazıldığı bir sistem kurulmaktadır. Sistemin kusursuzluğu; bireylerin kendilerinin sürekli izlendiği, her hareketlerinin kontrol altında olduklarına inandıkları toptan kabullenmeci bir hayat yaşamalarında yatmaktadır. Baş karakterimiz Winston gibi şahıslar bu sorgulamalara giriştiğinde başına neler geldiğini ise roman boyunca tüm ayrıntıları ile anlatılmaktadır. Kitap yapısı ve anlatımları itibariyle sizde bir miktar korku yaratabilir. Özellikle zihninizde gezip duran Orwell cümleleri, günlük hayatınıza devam ederken karşınıza çıkan olayları bir korku duygusuyla hatırlamanıza sebebiyet verebilir. Bunun en canlı örneklerinden birini Gezi eylemleri sırasında duvara "George Orwell was right" (George Orwell haklıydı) yazan eylemcilerde görmek mümkündür.

İşte bu sebeple kitabı okuduğunuz zaman geldiğiniz nokta sizi ürkütebilir. Günümüz siyasi gündeminden, yasaklamalarından ve dayatmalarından birçok örneğin, iş bu kitapta yer alması, cümleleri okurken sadece okumakla kalmayıp, hücrelerinizde hissetmenize sebebiyet verebilir. Bir miktar çaresiz hissetmeniz de mümkün, çünkü Orwell bu sistemi çok iyi kurgulamakla birlikte, bu sistem karşısında yapılması gerekenlere dair çok fazla ipucu vermemektedir. Orwell'in kurguladığı sistemde parti çok avantajlı, oluşturulan iktidar çok az noktada zayıflık sergileyecek derecede güçlüdür. Bu haliyle yazarın da, kendini geleceğin veya kendi zamanının partisine teslim olmaktan başka kaçınılmaz yol olmadığı yönünde bir düşünceye kaptırmış olabileceğini zannedebilirsiniz. Ancak Orwell kitabın çok önemli bir noktasında üstü kapalı olsa da, çözümün ne olduğunu bize sunmaktadır. Gerçekten de ülkemizde çok önemli olayların olduğu ve yavaş yavaş totaliter bir zemine doğru evrildiğimiz şu günlerde elimizdeki yegane çözüm aşağıdaki sözlerin anlamında yatmaktadır;

"Özgürlük, iki kere ikinin dört ettiğini söyleyebilmektir. Eğer buna izin verilirse, gerisi kendiliğinden gelir."

İki kere ikinin dört ettiği günlerde buluşmak dileğiyle...


Yorumlar