İnsanların Üretildiği, İnsanlığın Tüketildiği Dünya: Cesur Yeni Dünya - Aldous Huxley

"Bu kadar bunca yakışıklı varlık varıp gelmiş buraya
Ne güzel şeymiş meğer insanlık
Böyle dünyalıları olan
Yaşasın bu yaman, bu cesur yeni dünya
W. Shakespeare"


Morpheus, Thomas Neo Anderson'a şöyle anlatır Matrix'i; 'İnsanların doğmadığı, fakat yetiştirildiği tarlalar gördüm'. Oysa insanların doğal üreme yolları ile dünyaya gelmediği bir dünyanın portresini Aldous Huxley 1931 yılında çizmiştir bile. Size bugün tanıtacağım kitap, İthaki yayınlarından çıkmış, 300 sayfalık bir baş yapıt. Biraz cep kitap boyutunda olmasına karşın sizi anında içine çekiyor. Kitap açısından hemen başlangıçta düşmem gereken bir not, Aldous Huxley'nin kitapta betimlediği bilim-kurgu dünyasının 1931 yılı düşünüldüğünde çok gelişmiş bir düzeyde olduğudur. Huxley, kendinden sonra gelen distopik ve bilim-kurgu romanları yazarlarına ilham vermektedir. Orwell ve Gibson bunun en önemli örneklerindendir. Aldous Huxley aynı zamanda George Orwell'ın hocasıdır. Cesur Yeni Dünyada insanların üreme yoluyla dünyaya gelmediği, kuluçka merkezlerinde bilimsel olarak üretildikleri, bu sebeplerle aile, anne, baba gibi kavramların toplum nezdinde pornografik şeyler ifade ettiği bir toplumu anlatmaktadır. Geleceğin dünyasında geçen romanda, bireylerin insan ilişkileri belirli sınırlandırmalara tabi tutulmakta, insanlar arasında yetenekleri ve doğumlarından bu yana aldıkları eğitimleri doğrultusunda modern bir kast sistemi uygulanmaktadır. Ancak sistemin en tepe noktası dışında bireylerin özgürlüğünden söz edebilmek mümkün değildir. Romandaki dünyada yıllar Ford'dan önce ve Ford'dan sonra olarak belirtilir. Lider Ford sayesinde bir devrim yapılarak yeni düzene geçiş sağlanmıştır. İnsanlar son derece sağlıklı ve mutlu, yaşadıkları dünya ise teknolojik olarak aşırı gelişmiş bir dünyadır. Her ne kadar ülkede modern kast var ise de tüm ırkların eşit olduğu bir dönem olduğunun romanda altı çizilmektedir. Bireyler üretildikleri andan itibaren duygusal mühendislik kolejinde yetiştirilip şartlandırılmaktadır. Roman kahramanlarından Bernard gibi duyguları tanımlayabilen ve anlayabilen üretim hataları da olmaktadır tabi. Modern kasta örnek vermek gerekirse, alfa artılar sistemdeki en yetkin ve entelektüel bireyler iken, epsilon eksiler avam tabiriyle yarım akıllıdır. Teknolojinin gelişmişliği dolayısıyla insanların neredeyse tüm hastalıklara karşı bağışıklığı vardır ki, bu bağışıklık da yine kuluçka ve şartlandırma merkezinde kendilerine aşılanmaktadır. Huxley, Yeni Dünya insanları için hedonist-hazcı bir toplum portresi çizer. Aile kavramı ne kadar pornografik ise, sanat, felsefe, din, kültür farklılıkları gibi kavramlar da sistem tarafından yok edilmiştir. Ahlaki ilkelerin ortadan kalktığı, bireylerin mutlak mutluluğa erişmek için karşılaştığı her bireyle cinsel ilişkiye girebildiği, yasal ve sağlıklı dozlarda uyuşturucu kullandığı bir toplum kaleme alınmaktadır.

Hikaye Londra'da 26. yüzyılda geçmektedir. Romanda verilen Ford'dan Sonra 632 yılı düşünülerek, Huxley tarafından nihai devrimin 2000'li yıllarda olacağının öngörüldüğü sonucuna varabiliriz. Romanın baş kahramanlarından Bernard-Marx farklı bir alfa artı bireyi olmasına karşın, cinsellik ve uyuşturucu ile bastıramadığı, öteleyemediği duygulara sahiptir. Sistem tarafından hoş görülmeyecek sorgulama, hoşnutsuzluk, yalnızlık hisleri hem diğer alfa artılar tarafından dışlanmasına, hem de kendisini kaçmaya mecbur hissetmesine yol açmaktadır. Yeni Dünya'nın vahşi yaşama yapılan sistemli gezilerinden birinde, Vahşi John'u bulan Bernard onu Yeni Dünya'da bir çeşit şaklaban olarak sergilenmesi amacıyla buraya getirir. Hikaye de bu unsurlar üzerinden gelişim sergilemektedir. Kitabın özüne bakmak gerekirse John aslında yukarıda belirtilen şartlandırılmış bireylerin aksine tam anlamıyla özgür bireyi temsil eder. Yapay olarak üretilmiş ve şartlandırılmış insanların bilinç dışına ittikleri ve bugün, insanı insan olarak nitelendirmemize sebebiyet veren birçok olgu John'un benliğinde anlatılır. Huxley'nin anlatım tarzı çok vurucudur. Roman distopik, bilim-kurgu türlerinde sayılmasına rağmen, aynı zamanda ciddi bir hicivde barındırır içerisinde. Roman içerisinde 21.yüzyıl dünyasını işaret eden birçok unsur da var. Bu anlamda Huxley'nin ileri görüşlüğü Orwell'ın romanlarını da kapsayarak daha ilerisini işaret eder durumda. Genel olarak kurdukları dünyalar üzerinden Huxley ve Orwell defalarca karşılaştırılan yazarlardır. Aslında bakarsanız her ikisi de distopik bir dünya tasarlamış olmalarına karşın, dünyaları birbirine zıt temeller üzerine kurulmuş durumdadır. Orwell'ın distopik dünyasında bariz bir şekilde korku hakim iken, Huxley korku duymaya gerek kalmayacak şekilde tepkisizleştirilmiş bir dünya betimlemektedir. Yine ikisinin otoriteyi yorumlama ve algılama şekilleri farklıdır. Distopya yani anti-ütopya denilen kavram baskıcı yönetimleri tanımlamak için kullanılırken, Huxley'nin Cesur Yeni Dünya'sında belirtilen dünya da, bir baskıcı yönetimin varlığından çok, insanları yavaş yavaş umarsız hale getirilerek, varsa bile umursanmayan bir baskının olduğu, elde edilen yapay bir mutluluğun hakim olduğu, haz yaşamaktan başka sistematik endişe taşımayan bireylerin bulunduğu bir toplum anlatılmaktadır. Bu yanıyla Huxley'nin dünyası aynı zamanda bir ütopyayı tanımlıyor olabilir. Bununla birlikte 1984'ün yarattığı korku ve umutsuzluk ortamı insanı bir kısır döngü içerisinde tuttuğu için, iktidarın amacına dair çıkarımlardan fazlası yokken; bu romanda günümüz toplumunun ilerlediği yola ve insan ilişkilerinin şekillenmesine dair -kitabın bilim-kurgu ögeleri sebebiyle- daha uçuk görünmesine karşın, daha gerçekçi ve tutarlı ipuçları mevcuttur. Bu açıdan Huxley'nin kitabı bundan seksen küsür yıl öncesinde toplumun ilerlemekte olduğu yolun sonunda ne ile karşılaşacağımız konusunda daha net kavrayış sağlamaktadır.

Kitabı okumadan önce bilmeniz gereken bir diğer ayrıntı da, kitabın Henry Ford'un yadsınamaz katkısı sonucunda gelişen tüketime dayalı düzene karşı ciddi bir eleştiri getirmiş olmasıdır. Zaten Yeni Dünya'nın kurucusu Ford ve "Ford'dan sonra" diye bahsedilen zaman dilimi de bu eleştirinin bir yansımasıdır. Günümüz toplumu yavaş yavaş Yeni Dünya'ya evrilmektedir. İnsanlar daha mutlu ve istikrarlı olduğu algısına sürekli tüketerek varmaya çalışmaktadır. Aslında vurdumduymazlığa ve kesintisiz hazlar sayesinde etrafında olup bitene karşı daha ilgisiz olmaya başlamaktadırlar. Aile, kültür, ahlaki değerler, sanat, edebiyat, din ve felsefe gibi kavramlar günümüz toplumunda da ciddi bir çürüme içerisindedir. Birçok insan yavaş yavaş kendisini Vahşi John gibi hissetmeye başlamaktadır. Kitap okuyan, sanata ilgi duyan, felsefeyle ilgilenen insanlar, arta kalan yekün tarafından sürekli aşağılanmakta ve modern dünyanın şaklabanları gibi hissetmeye zorlanmaktadır.

Ne dersiniz belki de Aldous Huxley, gerçekten geleceği görmüştür!





Yorumlar