Ölümsüzlüğe Yelken Açan Gemi: Amat - İhsan Oktay Anar

"Düşünme ve varlık aynı şeydir"
Parmenides



İhsan Oktay Anar'ın hayranı olduğumu az çok tahmin ediyorsunuzdur. Bunun en önemli etkenlerinden birisi, yazacağı kitaba çalışan bir yazar olması. Yazmayı düşündüğü konu ne ise onu derinlemesine araştıran, özümseyen ve okuruna da kabul ettiren bir üslubu olması da çok önemli. İşte size tanıtacağım kitabı ile de, 1700'lü yıllarda bir gemi nasıl işler, parçaları nelerdir, gemicilikte o dönem kullanılan tabirler nelerdir diye ayrıca düşünmenize gerek kalmadan okur yerine yapıştırılmış muazzam bir araştırma, kitap için de çok güzel bir temel hazırlanmış. Amat İletişim Yayınları tarafından yayınlanmış, karton kapaklı 239 sayfa. Bundan önceki kitaplarında şehir sokaklarını, evleri ve olağanüstülüğün yaşandığı rüyaları gezerken, bu defa üzerinde bu denli geniş bir kurgu yaratılması zor bir atmosfer seçmiş Anar. Bir Osmanlı Kalyonu ve onun mürettebatı ile birlikte uçsuz bucaksız deniz üzerinde bir hikaye oluşturmak, gerçekten etkileyici bir seçim. İhsan Oktay Anar kitapları okuyan farklı insanlardan duyduğum, pek çok farklı yorumun en önemli ortak noktası; yazarın, kitaplarında ilk okuyuşlarda insanı zorlayan en önemli unsur olan Osmanlıca kelimelerdir. Benim sadece Osmanlıca için değil, ilk okuyuşta bana yabancı gelen kelimelerin anlamlarını öğrenmek gibi bir huyum olduğu için ve yazarın daha önceki kitaplarından edindiğim tecrübeyle aşabileceğimi düşündüğüm bir engeldi bu durum. Lakin Anar'ın Osmanlıca'sına bir de Osmanlıca denizcilik terimleri eklenince ilk okuyuşumda bir miktar bocaladığımı itiraf etmeliyim. Ancak bazı terimlerin anlamını öğrenir öğrenmez, takriben 35-40. sayfalardan sonra, sık tekrarlarla iyice kafanıza yerleşiveriyor denizcilik terimleri. Üstelik daha öncede bahsettiğim gibi, Anar'ın anlatımının akıcılığı sebebiyle, anlamakta zorlandığınız kelimelerin varlığına rağmen, romanları ilginç bir şekilde çok akıcı ilerliyor. Dolayısıyla okurken bazen kelimelerin anlamına takılmaksızın sayfaları kulaç kulaç geçmiş oluyorsunuz. Denizde geçebilecek bir hikayenin ne kadar sürükleyici olup olmadığını düşünmeyin bile. Hem kitap, hem de yazarı çok ilginç bir yolculuğa çıktığınızı açıkça hissettiriyor size. Diyavol Paşa, Kırbaç Süleyman Reis, Abuzer Reis, Fitilli Danyal ve hatta çok fazla karşılaşmayacağınız İsrafil ile karanlık, acımasız ve bilinmez bir sefere çıkıyorsunuz. 

Amat isimli kalyonun atmosferinin bu kadar canlı yaşanması sizi geminin bir parçası haline getiriyor. Her ne kadar kitabı bitirdiğinizde bu geminin bir parçası olmaktan mutluluk duyup duymayacağınız şüpheli olsa da! Diyavol Paşa'nın kaptanlığını yaptığı gemilere isim vermenin uğursuzluk getirdiğinin düşünüldüğü bir dönemde ismi olan bu geminin 247 kişilik mürettebatı her biri en az bir günah işlemiş insanlardan müteşekkil. Yine felsefi göndermelerin bol bol kullanılmasının yanı sıra, yazarın simgeci anlatımı bu sefer sadece karakterler üzerinden değil, dini menkıbeler üzerinden de yürüyüp gitmekte. Şeytan'ın ademoğlunu kandırmak için Allah ile pazarlık yaptığı menkıbenin bir örneğini Amat'ta bulmanız mümkün. Yalnız bu sefer birebir eşleştirme söz konusu değil kitapta. Yani Anar'ın daha önce yaptığı gibi karakter, sembolik bir anlatımla kendisine yükleneni romanın sonuna kadar taşımıyor. Sadece kitabın belirli bir kısmına has olan bölümünde bir farklılık ve güzellik yaratmak için kullanılmış. Her zaman ki gibi ana veya yan karakterler demeden aradan seçip çıkartabileceğiniz, hayran olabileceğiniz karakterler yaratmış yazar. Birisi dışarıdan size söylediğinde inanmak zor gelebilir belki; ancak kitabı okurken tuzlu suyun rayihası burnunuzu gıdıklıyor. O koca kalyonun pis ve izbe karanlığında uykuya daldığınızı, İsrafil'in borusu veya "Alesta vardiya" bağırışı ile uyanarak kalyonun güvertesini silmeye başladığınızı hissettirebiliyor. Ya da yaklaşmakta olan yabancı bir kadırga veya kalyonu görüp, kolombornelerin başına koşturduğunuzu, tepenizden Yeniçerilerin ölüm kusan kurşunlarının geçişini yaşayabiliyorsunuz. Yeniçeriler demişken Fitilli Danyal nam-ı diğer Emilio Santos için ayrı bir başlık açmak gerek. Tek gözünü kapatarak nişan alamadığından, iyi nişan alabilmek için gözünü korsan bantları gibi siyah bir bantla kapatan, mürettebatın Fitilli Daniyal olarak bildiği, hareketli hedefleri vurmak konusunda en ufak bir sıkıntısı olmayan Yeniçeri keskin nişancısının ilk adıdır Emilio Santos. Kitap boyunca işini iyi yapabilmesinin yanında, Türk edebiyat literatürünün en mükemmel pasajlarından birisinin sahibidir aynı zamanda. Kitabı okumamış olanlar için daha fazla ayrıntı vermemek lazım. Ancak gözünüz gibi bakın, hatta onun yer aldığı bölümlerde karakteri içselleştirin. Romanın esas kurgusunu yürüten gerçeklik, ölüm ve ölümsüzlük gibi kavramların havada uçuştuğu bir ortamda keman çalabilen, aynalara saklanmış bir kaptanla, kendisini ispatlamak için merhametini ve inançlarını silip atabilecek, ölümsüzlüğe olan arzusu bir susuzluk halini almış bir reisin hikayesi aslında. Bununla birlikte yan hikayeler kurguyla alakasızmış gibi dururken, öyle yerlerde ana hikayeye bağlanıyor ki, okurken hayret etmemeniz mümkün değil.

Amat'ın felsefi derinliği ve gerçeklik sorgusu, diğer Anar kitaplarında olduğundan daha fazla. Tıpkı diğer kitaplarında olduğu gibi yazar tarafından Anar'laştırılmış tarihi ve felsefi figürler mevcut yine. Diğer romanlarından farklı olarak ise Uzun İhsan Efendi ile karşılaşamadığımız bir roman. Çok ararsanız elbette bazı kopukluklar veya kurguyla bağlanacağına inandığınız halde yarım kalmış bazı noktaları bulabilirsiniz. Şahsen kitapta bir elli sayfayı bitirdiğimde bir kalyonda geçen hikayenin, yazarın elini kolunu bağlayacağını düşünmüştüm. Oysa Diyavol Paşa'nın o küçük kamarası koca bir dünya gibi çöktü üzerime. Yeniçerilerin tüfekleri patladıkça, Süleyman Reis'in kırbacı kafanızın üstünde şakladıkça hele Abuzer Reis bütün mürettebata kavurmalı pilav dağıttığı zaman aslında kitabı okumadığınızı, yaşamaya başladığınızı anlıyorsunuz. Amat gerçekten çok etkileyici, düşündürücü, zorlayıcı bir kitap. Malta adasına yapılan kısa süreli çıkarma hariç hikayenin tamamının bir kalyonda geçtiği, deniz savaşlarının tüm kıyıcılığını yaşadığınız ve denizciliğe dair muazzam bilgi sahibi olduğunuz, vebalı gemilerin arasında seyrüsefer ettiğiniz bir masal ya da Amat ne kadar gerçekse, o kadar gerçek olan bir hikaye bu. 247 adet meşe ağacından yapılmış, 247 mürettebatlı; ölüme, ölümsüzlüğe, hayale yolculuk eden bir kalyondur bindiğiniz. O yüzden okurken ürperiyorsanız biraz, ya Diyavol'un çaldığı kemandır içinizi ürperten, ya da alnınıza çoktan "Amat" yazılmıştır.

Kitapla kalın demek yerine, Fitilli Danyal, nam-ı diğer Emilio Santos'un sözleriyle bitireceğim yazıyı;

"İlk kez öldürdüğünde bir değil, sanki bin kişiyi öldürmüş gibi olursun. Yeni doğmuş ve annesi tarafından emzirilen o bebeği öldürmüşsündür. Babasının başını okşadığı o çocuğu da, bir genç kıza aşkını ilan eden o delikanlıyı da, zavallı bir kadının kocasını da, savaşa giderken ailesi tarafından uğurlanan o masumu da... Bütün bu kişileri öldürmüş olursun. İkinci kez birini öldürdüğünde alt tarafı bir tek kişiyi öldürmüşsündür. Üçüncü kez ise kimseyi öldürmüş sayılmazsın."