Karmaşanın Ortasında: Deliduman - Emrah Serbes

"Ömrümüzü yaptığımız yanlışlardan geri dönmekle harcamıştık 
ama hayatı hala ilerlenecek bir şey olarak görüyorduk"


Bir roman karakteri olarak Behzat Ç.'yi yaratmış olması ve yazdığı Ankara polisiyeleri ile bir Ankaralı okur olarak bildiğim caddelerde geçen hikayeler okuma fırsatını vermesi sebebiyle Emrah Serbes'in hep ayrı bir yeri olmuştur bende. İyi bir polisiye-kurgu yazarı olmasına karşın, Emrah Serbes'in Her Temas İz Bırakır (Behzat Ç.) dışında okuduğum ilk farklı eseridir Deliduman. Kitap İletişim Yayınları tarafından yayınlanmış, karton kapaklı 350 sayfa. Yeni çıkmış kitaplardan ve hakkında yapılan reklamlar ile Selim İleri'nin eleştirisinin ardından okumanın benim için kaçınılmaz olduğu bir kitap haline geldi. Reklam kampanyası sırasında "Gezi Olayları" vurgusunun yer alması kitabı merak ettiren bir unsur olmakla birlikte, bu konuda yanlış yönlendirme yapıldığını düşünüyorum. Hatta kitabın son kısmına gelene kadar Gezi sadece arka planda süregelen ve roman karakterlerinin pek de üzerinde durmadığı bir olgu. Okuduğunuz anda, sizi hızlı bir şekilde ortamın içerisine sokuyor. Amma ve lakin girişte hızlı bir şekilde içine girdiğiniz romandan pek de olumlu olmayan hisler yüzünden çıkamıyorsunuz. Özgün olabilecek bir konu, üslup ve karakterler yüzünden insanı romandan biraz uzaklaştırabiliyor. Garip olanı ise kendinizi romanı bitirmek zorunda hissetmeniz ve son sayfaya kadar kendinize hikaye ve karakterlerle ilgili mazeret uydurmaya çalışmanız. Bu olumlu anlamda bir eleştiri de olabilir mi bilmiyorum; fakat Emrah Serbes'in üslubu ile yakından alakalı bir durum olsa gerek. Zira ufak bir hayal kırıklığı ile birlikte okuyucuya romanın sonuna kadar bu durumun geçeceğine dair ümit veren bir anlatım var. Bu sebeple kitabın sonuna geldiğinizde, "bu muydu" dememek elde değil. Öncelikle karakterlerin yaşları, yaşantıları ve yansıttıkları ruh durumu ile ilgili epey sorun yaşadım. Kitabı okuyan bazı arkadaşlarımın "kitaptan tatmin olmadıkları" dip notunu düşerek, Gezi dönemi 17 yaşındaki gençlerinin Çağlar gibi olduklarına beni ikna etmeye çalışmaları gibi bir durum yaşadım. Evet Çağlar 17 yaşında bir gencin düşünemeyeceği, düşünse bile doğru kelimelerle anlamlandıramayacağı pek çok olguyu 30 yaşında bir insan olgunluğu ile göz önüne seriyor. Lakin Çağlar ile düşüncelerinin birbirine uymamasının asıl sebebi, Çağlar'ın 17 yaşında olmasından çok, roman içerisinde meslek lisesinden arkadaşı ile bir saat önce bira içip, yüzeysel konular hakkında tabir-i caizse kız meselelerinden konuşuyorken, takip eden bir saatte insanoğlunun çok kafa yorduğu felsefi durumlara dair beşeri olgunluğu çoktan aşmış bir şahıs vasfında çıkarımlarda bulunuyor olması, bir anlamda kurgu bir karakterde bile eğreti durabilecek yoğunlukta çelişki yumağı bir karakter olması,  benim gözümde asıl olumsuzluğu yaratan unsurdur. Yaşadığı tek aşk hikayesinde aslında kendisi ile nasıl dalga geçildiğini dahi kurgu esnasında öğrenebilen bir karakterin, aşk hakkında uzun boylu laflar etmesi bana pek gerçekçi gelmedi ne diyeyim.

Çağlar'ın büyük bir çelişki içerisinde yaşayan çift kişilikli bir karakter olma ihtimalini bir kenara bırakırsak; yaşadığı sosyal çevre ve aile ortamı düşünüldüğünde, aynı bünye içerisinde "ununu eleyip, eleğini asmış bir bilge" ile "küfürbaz bir ergen" karakterini barındırması bence merak unsuru sebebiyle insanı romanın içinde tutan, aynı anda da karakterin gerçek olmaktan uzaklaştığı hissini uyandırması sebebiyle de romandan uzaklaştıran bir durum olmuş. Hakeza aynı ikilem durumu Çağlar'ın kız kardeşi için de geçerli. Ergenlik döneminin farkındalığı artmış bir dönemi olabilecek 12-13 yaşlarında bir kız çocuğunun dahi kuramayacağı cümleleri, dokuz yaşında bir çocuktan duymak romanın gerçekçiliğine zarar veriyor. Açıkçası Deliduman'da en tutarlı karakter "Mikrop" ki o da romanın sonlarına doğru "Gezi olaylarının" romanı ele geçirmesi ile birlikte bu tutarlılığı bir nebze yitiriyor. Romanın son kısmı dediğim zaman da ayrı bir parantez açmam gerekiyor. Zira Gezi Parkı olayları denildiğinde İstanbul entelektüeli ve sosyal medya üzerinden sürekli devrim yapan güruhun aklına, sadece park etrafında gösterilen direnişin gelmesi ve bunun hikaye edilmesi, aslında kümülatif bir başkaldırı niteliğinde geçen eylemin ilk zamanlarının, nasıl rahatça konsolide edilebildiğini açıklıyor bize. "Olay bir kaç ağaç değil" sloganıyla savunulan bir eyleme dair hikaye oluşturulurken, bu eylemlere dair oluşturulan pek çok hikayenin sadece birkaç ağacın etrafında geçiyor olması, bu toplumsal hareketin nasıl yönlendirilip, daraltılıp, bastırıldığı konusunda da ciddi ipuçları taşımaktadır. Sırf bu açıdan, bilinçli bir anlatım olup olmadığını bilmememe rağmen bu yönüyle romanın İstanbul dışında yaşayan "biz insanlara" bir fikir verdiğine inanıyorum. Romanın kurgusunun biraz aykırı şekilde Gezi olaylarına bağlanmasının yanı sıra, yanında, dayısının belediye başkanı olmasının forsunu taşıdığı kartı göstererek iş bitiren ve bununla kendini tanıtan bir gencin, park etrafındaki eylemcileri görür görmez sinmesi de hakeza "herşeye kendisi karar veren" Çağlar İyice'nin sorunlu karakter yaratımının son noktası olmuş. Genelde bu tip narsisist insanların, her ne koşulda olursa olsun, karşılaştığı güruhun etkisi ne kadar büyük olursa olsun bu tip kişilik kırılmaları yaşaması narsisizmin psikolojisine ve birey üzerinde vaki yansımalarına aykırı gibi göründü gözüme. Hasılı kelâm Çağlar'ın aydınlanma süreci de pek gerçekçi gelmedi bana.

Gezi olayları sırasında yaşananların anlatılmak istemesi, bu süreçte gerçekleşenlerin duyurulmak istemesinin kötü bir tarafı olmayabilir; ancak genel kurgunun bir anda kaybolarak romanın istikamet değiştirmesi, Gezi eylemlerine Kıyıdere'de farklı ve daha geniş bir çerçeveden bakabilen karakterlerin, bütün bir direnişi park sınırları ile daraltması okuyucuyu hem yoruyor, hem hayal kırıklığına uğratıyor,  hem de kafasını karıştırıyor.  Bununla birlikte sınırları çizilen kurguyla, karakterlerin sınırları birbirini tutmuyor. Şöyle ki, fantastik bir dünya kurgularsanız, kurallarını da belirlerseniz, 17 yaşında bir çocuğu efsane bir büyücü yapabilir, bir ejderhaya bindirip uçurabilir, bir orduyla savaştırabilirsiniz. Okuyucu sınırların nerede bitebileceğini bildiğinden bütün bu olanlar, kitap okunduğu anda ona gerçekçi gelebilir. Ancak Deliduman'da çizilen kurgu, gerçek hayatın; Kıyıdere isimli bir sahil kasabasının sınırlarının pek çok kez geçildiği ve gerçekçiliğin aşıldığı bir roman olmuş. Şu ana kadar yazdıklarımdan sonra, "beğenmediğin bir romanı niye tanıtıyorsun" diyebilirsiniz. Açıkçası bu zamana kadar acizane görüşlerimi paylaştığım sitemde hep beğendiğim ve hakkında birkaç şey söylenmesi gerektiğine inandığım kitapları tanıtmaya özen gösterdim. Fakat şahsımda oluşan beklenti sonrasında, okumadan bu romanı tanıtacağıma dair vermiş olduğum sözü yutmamak adına kitabı tanıtmaya kendimi mecbur hissettim. Elbette bu sayede bir şeye daha karar vermiş oldum. Bundan sonra en azından yarısına kadar okumadığım hiçbir kitabı tanıtmayı taahhüt etmemem gerektiğini. Zira olumsuz anlamda eleştiri de bulunmaktan pek hoşlanmıyorum. Eminim ki Emrah Serbes bu romana çok büyük emek harcamıştır. Hakeza yayıncı da. Buna karşın okuyucudan okuyucuya değişen bir beğenme eğrisi olduğundan, her zaman okuyucuyu tatmin edebilmek mümkün değildir. Bazı insanlar okuduğunu beğenir, bazıları ise beğenmez. Sırf bu sebeple, insanların emek harcadıkları bir şeyi pervasızca eleştirmekten hoşlanmadığım için, sadece beğendiğim kitapları tanıtmaya daha fazla özen göstereceğim artık. Hatta bu eleştiriyi yazmamayı bile düşündüm. Bununla birlikte benimle beraber kitabı okuyan pek çok kişiden benzeri yönde eleştiriler geldiğinde bazen olumsuz olanı da söylemek gerekir diye düşünerek karşınıza çıktım. Belki ben okuduğunu anlayamayan bir adamım, belki de yazarın üslubu beni yeterince çekmedi.

Sonuç olarak Deliduman bende, beklediğim o etkiyi yaratmadı. O yüzden sürç-i lisan ettiysem affola.