Doğudan Batıya, Batıdan Doğuya Giden Trenler: Gün Olur Asra Bedel - Cengiz Aytmatov

"Bu yerlerde trenler, doğudan batıya, 
batıdan doğuya gider gelir... gider gelirdi..."



Lisedeyken, Cengiz Han'a Küsen Bulut kitabıyla tanışmıştım Cengiz Aytmatov'la. Okuduklarımdan geriye efsane ile gerçeğin aynı simgeler üzerinden birbirine bağlanması dışında neler kaldı pek hatırlamıyorum; ancak kitabın ve yazarın o dönem üzerimde bıraktığı etkiyi halen net bir şekilde hatırlıyorum. Anlatımı itibariyle olağan bir şey anlatan basit bir kitap gibi görünmesine karşın, Abutalip Kuttubayev'in hikayesinin beni derinden etkilediğini, ideolojilere dair pek çok şeyi yeni öğrendiğim bir dönemde düşünce dünyamı allak bullak ettiğini gayet net hatırlıyorum. Daha sonra, (orijinal adı Gün Olur, Yüzyıl Olur) size tanıtmakta olduğum kitaptan çıkartılan bir bölüm olduğunu öğrendiğimde, uzun bir süre kitabı okumak istemiş, fakat günlük hayatın içerisindeki uğraşlar sebebiyle bir türlü buna vakit bulamamıştım. Geçen yıl, aynı zamanda size tanıtacağım kitabın yayıncısı olan Ötüken Yayınlarının Aytmatov kitaplarını set halinde sattığını görüp hiç düşünmeden bu güzel seti aldım. Buna rağmen kitabı okumak yine bir sene sonrasına kısmet oldu. Kitap Ötüken Yayınları tarafından yayınlanmış bir setin parçası olmakla birlikte müstakil olarak da satılıyor. Karton kapaklı 426 sayfa. Sarı-Özek adlı uçsuz bucaksız, ıssız bir bozkırda, bir demiryolu işçisi olarak çalışmakta olan Yedigey'in hikayesi ile başlıyor. Birlikte çalıştığı arkadaşı Kazangap'ın vefatı üzerine, vasiyet ettiği gibi onu layık olduğu şekilde eski usul ve adetlere göre öbür dünyaya uğurlamak isteyen Yedigey'in, Kazangap'ın oğlu, kızı, damadı, tren istasyonundaki bir diğer arkadaşı ve meşhur devesiyle Nayman Ana mezarlığında yer alan Ana Beyit bölgesine yolculukları romanın ana konusu. Kitap adına yaraşır bir biçimde bu uzun ve asra bedel günü anlatıyor. Ancak salt bir yolculuk hikayesinden daha fazlası mevcut kitapta. Sayfaları çevirirken önce okuyucuyu afallatan bir bilim-kurgu sürecine giriyorsunuz. Önce tuhaf ve eğreti kaçan bu durum, roman ilerledikçe aslında Aytmatov'un ne kadar kapsamlı, girift ve ince noktalardan birbirine bağlanan bir roman kaleme aldığını gösteriyor. Kırgız yazar tarafından, Orman Göğüslüler dediği uzaylıların hikayesi üzerinden; insanların, insanlığa yabancılaşmasının çok ciddi eleştirisi yapılıyor. Bu bilim-kurgu ögeleri nerede ana hikaye ile kesişecek diye soruyorsanız aslında dolaylı yoldan kesişiyor. Buna rağmen son sayfaya gelene kadar bağlantının ne olduğunu tam olarak anlayamıyorsunuz. Çünkü bağlantı kurgusal olarak değil düşünsel olarak kuruluyor. Aytmatov'un anlatımında, birbirinden farklı bilim-kurgu, tarihi-kurgu ve efsanelere dair küçük hikayeler Yedigey'in Sarı Özek bozkırında yaptığı yolculuk sırasında aslında insanlığın kat ettiği yolu göstermek adına birer bağlantı kurmak adına kullanılıyor. Yedigey'in Kazangap'ı ebedi yolculuğuna çıkarmasından önce romanın hemen başlangıcında geçen ilk bölümler insanı biraz sıksa da, yolculukla birlikte Yedigey'in sürekli geçmişe dönerek Kazangap ve Sarı Özek bozkırına dair anılarının canlanması ile roman büyük sürükleyicilik kazanıyor. 

Kazangap'ın, ailesinden kopmuş olan oğlu Sabitcan üzerinden kültürel ve toplumsal eleştiriler yapılırken, çıktığı kabuğu beğenmeyen bu karaktere karşı yoğun olarak pek hoş olmayan hisler beslemenizi de sağlıyor yazar. Orman Göğüslüler ile iletişime geçmekten, maddi sebeplerle çekinen insanoğlunun içerisinde bulunduğu savaşları, anlaşmazlıkları, yoksulluğu ve fakirliği, özgürlüğe tercih edişi olarak yorumlanabilecek olguları yanında, Orman Göğüslülerin gezegeni üzerinden bir ütopyayı tanımlaması vesilesiyle de çok etkileyici tespitlerde bulunulan bir kitap olduğunu da belirtmek gerekir. Dönemin Sovyet rejimi tarafından kitaptan çıkartılıp, daha sonra yazarın Cengiz Han'a Küsen Bulut adıyla ayrı bir kitap olarak çıkarttığı bölümün baş kahramanı Abutalip Kuttubayev ile tanışmaları, Yedigey'in Kuttubayev'in eşi Zarife'ye karşı duyduğu hisler sebebiyle içerisine düştüğü karmaşık ruh hali yazarın kendi hayatından izler taşıdığı gibi, bu bir "..." romanıdır diyemeyeceğiniz ölçüde geniş bir yapıya sahip bir eserle karşı karşıya kaldığınızı kabullenmenize sebep oluyor. Yedigey'in Nayman Ana Mezarlığına yolculuğu devam ederken okuyucuya buranın simgesel önemini anlatabilmek için Nayman Ana Efsanesinin duvarları içerisine giriyorsunuz birden. Efsanede Mankurtlaşan oğul ile Sabitcan ve kendi toplumu ile kültürüne yabancılaşan insanlara getirilen eleştiriyle daha da fazlasını yükleniyorsunuz. İçerisinde efsane, bilim-kurgu, aşk, acı, gerçek hayat, rejim eleştirisi velhasıl çoğun çoğunu taşıyan bir roman okuyorsunuz. Üstelik bütün bu okuduklarınız asra bedel bir günü anlatıyor sadece. Kitabı okurken karakterleri kısa bir süre içerisinde benimsiyor, yolculuğun tam ortasında hissediyorsunuz kendinizi. Yedigey'in zihninden geçen anıları, sanki kendisi oturmuş da size anlatıyormuş gibi geliyor gözünüzün önüne. Bununla birlikte bozkırın durağanlığını, ıssızlığını, boşluğunu ve bozkırda yaşamın bütün sert koşullarını birebir hissediyorsunuz üstünüzde. Bütün bunlar olurken de Aytmatov'un geçmiş ile gelecek arasında köprü kuruşu esnasındaki usta anlatımına eşlik etmekten başka bir şey gelmiyor elinizden.


Aytmatov'un en bilinen yapıtlarından olan kitap, bir yandan Sovyetler rejiminin baskıcı tutumunu edebi bir üslupla eleştirirken, öte yandan geleneklerinden kopmakta olan bir nesile rağmen, onları korumaya çalışan insanların varlığından haberdar ediyor okuyucuyu. Kendi ütopyasını kurduğu Orman-Göğüslüler gezegeninde tarif ettiği müreffeh, barışçı ve zengin hayata ulaşmak için çaba gösterilmesi gerektiğini kazıyor bilinçaltınıza. Sayfa sayısı fazla olan bir kitap olmasına rağmen, anlatmak istediğini yalın ifadelerle sunan bir kitap. Bıktırıcı betimlemeler, karmaşık simgeler veya semboller yok. Bir miktar alegorik anlatım var; ancak bu da yazarın kitabı yazdığı dönemde baskısı halen devam etmekte olan Sovyet rejiminin kurallarının arkasından dolanmak için kullanmakta olan ifadelerin bir bütünü olarak ortaya çıkıyor. Kaldı ki bazı noktalarda doğrudan mesajını veren pasajlar mevcut. Çağdaş romancılığın en nadide parçalarından birisi olan eserin, özellikle mankurtlaşma terimi üzerinden yoğun sosyolojik tespitlerde bulunmuş olması, "Mankurtluğu" bir efsane tekelinden çıkartıp, kendi değerlerine ve köklerine sırtını dönen insanların geneli için kullanılabilecek bir terim haline getirmiş olması da aynı zamanda eserin ne kadar kıymetli olduğunu gösteriyor. Yedigey'in yolculuğu üzerinden idealize edilmekte olan ve romanın ana unsurunu kapsayan insanların değerlerine sahip çıkması veya onları terk ederek mankurtlaşması sorunu, günümüzde sadece Orta Asya Türk coğrafyasında veya Türk dünyasında değil, yabancı coğrafyalarda da ele alınmaya başlayan ve çözülmesi gereken bir sorun olarak ortaya çıkmakta. Özellikle Sovyetler Birliği rejimi altında esaret altında yaşayan soydaşlarımız açısından düşünüldüğünde Aytmatov'un bu ve bunun gibi eserleri, Orta Asya Türk dünyasının düşünce dünyasını, bağımsızlık arzusunu ve ötekileştirilmeye, unutturulmaya, yozlaştırılmaya çalışılan kültürlerini sahiplenme güdülerini, harekete geçirmeyi başarması ve bunu yaparken kesinlikle hamasi bir üsluba sahip olmaması açısından da değerlendirilmelidir. Aytmatov'un üslubunda hem bize dair, hem de kendileri hakkında isimlerinden başka pek bir şey bilmediğimiz, varlıklarını kendimize bile zor itiraf ettiğimiz soydaşlarımızın yüz yüze kaldığı yaşantıya dair çok büyük ipuçları var. Belki de artık bizden uzak "biz"in hikayelerini okumamızın zamanının gelip de geçtiğini hatırlatmalıdır.

Fırsatım oldukça daha çok Aytmatov kitabı ve benim bütün olarak Türk edebiyatı içerisinde saydığım bütün Türk dünyasında okunmakta olan edebi eserlerle sık sık tanıştıracağım sizleri. Lakin bugüne kadar hiç başlamadıysanız, Aytmatov ve Gün Olur Asra Bedel bu yolculuğa başlamak için en verimli seçim olacaktır.

Kitaplarla kalın, Ağustos ayında görüşmek dileğiyle...