Ulan Batur, Semerkand, Alamanya Hattında Şark Gotiği: Hayal Et Hikayeleri - Murat Başekim

"Dünyaya geldiğiniz gün, bir yandan yaşamaya, 
bir yandan ölmeye başlarsınız"
Montaigne



Hikaye anlatabilmek, dar bir alanda, sayılı sayfalarda insanı hikayeye bağlayıp duvardan duvara çalmak kolay bir iş olmasa gerek. Son dönemde tanıştığım en başarılı hikayeci ve yazarlardan Murat Başekim bunu yapmak konusunda gerçekten üstün bir başarı sergiliyor. Tanıtacağım kitap İletişim Yayınları tarafından yeni yayınlanmış bir kitap. Karton kapaklı 191 sayfa. DG ile bilinçaltımda kalmış olan Anadolu korku hikayelerini canlandırmış ve bana epey yalnız olduğum bir zaman diliminde, geceyi dar etmiş olmasının ardından, korku ve gerilim unsurları olmakla birlikte, hikaye, okuyan insanlara keyif veren eğlenceli unsurlardan çok fazla barındırmıyordu. Bunun, Deli Gücük karakterinin şahsından doğan karanlık bir anlatımın gücünden kaynaklandığını anlayabiliyordunuz. Bu kitapla ise yazar hikaye yazımı konusunda Türkiye'de pek bakir bir alan olan kara edebiyat(gotik) türü seçmekle birlikte, bir anlatıcılık başarısı olarak bizleri şark gotiği kavramı ile de karşı karşıya bırakıyor. Kültürümüzün en eski çağlardan bu yana büyük bir devinim içerisinde ardı arkasına topladığı onca hikayeyle birlikte dev bir kara edebiyat müktesebatı olduğu kaçınılmaz. Özellikle televizyonların evlerimizi istila etmesinden yıllarca önce birbirlerine korku hikayeleri anlatarak geceye merhaba diyen bir toplum olduğumuzun da altını çizersek, belki de şark gotiği denilen kendine münhasır tarzın bugüne kadar dikkat çekmemiş olması veya üzerine atılı toprağı silkinerek ben buradayım dememiş olması bize garip gelebilir. İşte Murat Başekim, titizlikle Ata yurttan, göçmen yurda varana kadar geçen sürede olan olaylara hakimiyetini bu kitapla bizlere gösteriyor. Kitabın içerisinde pek çok güzel hikayeye ayrıca değineceğim; ancak her hikayede kurgulanan ortamın hem geçmişi, hem de geleceğine hakim olabilen, hem popüler kültürü hem de dünya klasiklerini bir hikayenin içinde öğütebilen yazarın daha fazla tanınması ve okunması gerektiğini düşünüyorum. Altı ay önce kitaplarıyla tanışıp, okuduğum üç kitapta da beni anlatımına, hikayelerine ve kurguladığı karakterlere hayran bırakan yazarın, kara edebiyat veya şark gotiği adına ne derseniz deyin, işte o söz konusu olduğunda çok seçkin bir kaleme sahip olduğunu düşünüyorum. Anlattığı hikayelerin geçtiği coğrafyalara ve tarihlere olan hakimiyeti de takdire şayan. Okurken 3-5 sayfalık hikaye olarak niteleyebileceğiniz şeylerin altında ciltlerce kitabın bilgisi ve birikimi yattığını rahatlıkla söyleyebilirim. Başekim, hakkında hikaye yazdığı olay, durum ve karakterlere ilişkin çok donanımlı olduğunu daha ilk okuyuşta hissettiriyor.

Sizce iyi bir yazar nasıl belli olur? Bunun pek çok cevabı olabilir. Benim içinse dört sayfalık bir hikaye ile bu zamana değin yükselttiğiniz fikir gökdelenlerinizi iki kızgın ve dev metal sinekle alaşağı edebiliyor olması yeterlidir. Hikayelerin sürükleyici tarafının yanı sıra, özgün ve eğlenceli taraflarının bulunması, özellikle bizim kuşağımızı derinden etkileyen BBG evleri, Astroloji furyası, Alacakaranlık kuşağı gibi olgulara dair insana geçmişini pırıl pırıl hatırlatabilecek gözlemlerde bulunulmuş olması bu kitabın gerçekten ayrı bir konumda olması gerektiğini gösteriyor. Özellikle Ankara'lı bir yazarın bunu başarıyor olması, yaşadığım şehre olan inancımı arttırmakla birlikte kendine özgü bir edebi anlayışı olan bu şehirden ne kadar güzel hikayeler ve yazarlar çıkabileceğini göstermesi açısından, içimdeki İstanbul kompleksini yenmeme çok yardımcı oluyor. Hikayelerden bahsetmişken benim favorim "Eylül Aşkı". Sebebini de hem yazıyı buraya kadar okuyup, hem de kitabı okuyanlar az çok anlamışlardır. Ancak bunun dışında "Estetik operasyonla burç değiştirme", "Bizanslı bir hayaleti kendi hayali varlığıyla yok etme", "Ölümü keşfetmek için ölümle birlikte yaşama", "Çekmeceyi yurt edinmiş sendromlar" gibi temalara sahip, her zaman karşılaşamayacağınız türden hikayeler var. Okurken gözümde %100 Türk Alacakaranlık Kuşağı olabilecek bir dizinin hayalini kurdurmuş olması bile kitabın heyecan verici olduğunu anlatabilmek için yeterlidir diye düşünüyorum. Demir'in ilk hikayesinin havada kalmışlığını, tek başına bir hikaye okuduğumu sandığım için bir eksiklik olarak görmüştüm; ancak kitabın devamında iki hikaye ile daha Demir'in yolculuğuna devam etmesine şahit olduktan sonra düşüncelerimi hemen yuttum. Hikayeleri ayrıcalıklı kılan unsur, karakterlerin sosyal çevreleri doğrultusunda üslubun değişiklik arz ediyor olması. Bir televizyon dizisi izliyor olsanız, şive değiştirme gibi yorumlayabileceğimiz bir durum. Üstelik bu olgu da hikayelere renk katıyor. Yazarın felsefi dünyası, okuyucuyu indirdiği derinlik üst seviye de. Kanaatimce hikayelerden daha fazla tat almak için bir miktar mürekkep yalamış olmak şart. Elbette mevcut haliyle de pek eğlendirici, ürkütücü zaman zaman rahatsız edici olabilecek hikayeler mevcut. Fakat yazarın göndermeleri, daha önce İhsan Oktay Anar'da rastladığım ve çok keyif aldığım alegorik anlatımın izlerini taşıyan hikayeciliği, tarihi karakterleri ve edebi eserleri şark gotiği temsilcisi hikayelerine adapte ediş şekli büyük bir takdiri hak ediyor. İşin daha da hoş olan tarafı, hikayeler üstü bir anlatımı aşıp masal dünyalarında sizi gezdirebiliyor. Sadece iyi bir hikayeci değil, aynı zamanda derbeder bir masalcının ağzından dökülüyor kelimeler.

İncelemesine yan taraftaki en çok okunanlar listesinden ulaşabileceğiniz, İskit adlı romanında da vurgulamakta olduğu Hayal ve Et vurgusu, bu hikayeler güzellemesinde de kendisini yoğun olarak hissettiriyor. Başekim'in hayale ve o hayallerin simbiyotik olarak yapıştığı ete dair hikayeler kurgulaması, okuduğunuz kısa hikayelerin, uzun felsefi sorgulamalara doğru sizi götürmesine de sebebiyet veriyor. Bütün kitap içindeki hikayelerle ilgili sadece iki dip not düşebilirim; bunlardan birincisi "Biri Bizi Ghost'luyor" hikayesinin finaline ilişkin kara edebiyatın yapısına ters düşen mutlu son olabilir. (ki burada ironik bir mutlu sondan da bahsedilmesi ihtimali var) Diğeri ise "Seksen Günde Devr-i Ölüm" adlı hikayede ilk okuyuşta; kelime dağarcığımı zayıf hissettiren, bazı kavramlara aşina olamadığım için ilk okuyuşun verdiği tattan mahrum kalışımı gösterebilirim. Lakin iki dip notu da eleştiri de bulunmak için değil, aklımda kalanları aktarmak maksadıyla sunuyorum. Bazı hikayelerin yarattığı atmosfer onları iki üç kez okumama sebebiyet verdi. O kadar lezzetliydiler çünkü. Arka kapak yazısında size vaat ettiği her şeyi sunan bir kitap. Gerçekten de, kara edebiyat ya da gotik adına ne dersek diyelim; bu tarzda yazılmış eserlerin soğukluğu, rahatsız ediciliği ve durağanlığına ciddi miktarda eğlence ve korku katan, oryantalist değil doğulu bir anlatımla kendi tarzını yaratmış bir yazar ve kitabıyla karşı karşıyayız. Murat Başekim'in bir yazar olarak edebiyatımızda hak ettiği yerin çok daha yukarılar olduğuna inanıyorum. Kitap satış miktarını ve ne kadar okuyucuya ulaştığını bilmiyor olmama rağmen; çevremdeki pek çok bilinçli okura kitaplarını bizzat tanıtmam gerekmiş olmasına dayanarak bu yorumu yapıyorum. Nasıl ki İhsan Oktay Anar'ı altı kitap yazdıktan sonra keşfettiğim için hayıflanıyorsam, benim gibi okurların, aynı hayıflanmayı yaşamaması için de elimden geleni yapıyorum. Kendisini tanımıyorum; ancak kitaplarını okuturken, okuyucuyla samimi olabilen bir yazar olmasından mütevellit kendisiyle pek samimiyim. Size de bu keyfi yaşamanızı tavsiye ederim. Sonuç olarak; bir hikaye kitabı boyunca, birbirinden alabildiğine farklı coğrafyalarda, birbirinden inanılmaz alakasız ortamlarda, birbirinden farklı zaman dilimlerinde, birbirinden farklı karakterlerin hikayesini okumak doğru kelimeyi kullanacak olursam benim için olağanüstü bir deneyim oldu.

Edebiyatımızın önümüzdeki yıllarında çok daha fazla ismini duyacağınıza inandığım kitabın yazarıyla hala tanışmadıysanız ve iflah olmaz bir hikaye okuyucu iseniz Murat Başekim ve Hayal Et Hikayeleri ile tanışmak için en doğru zaman.