Targaryen'lerin Vaadi, Stark'ların İntikamı, Lannister'ların Çöküşü: Ejderhaların Dansı - George R.R. Martin

"Bir kitap, eğer doğru ellerdeyse, bir kılıç kadar tehlikeli olabilir"
Haldon (Kitabın içinden)




Duvarın arkasında Ak-Gezenler bütün Westeros'un felaketi olmaya hazırlanırken, bir diğer kıtada Ateş ve Kan ile hareket eden, Ejderhaların annesinin zaten yeterince kavurucu bir coğrafyayı, olduğundan daha fazla yakıp kavurduğu bir evren hayal etmek konusunda kendinizi zorlamayın. Zira George Martin çok uzun süredir bu hayali, ciltler dolusu kitaba sığdırmaya çalışıyor. Son gelen haberlerde gösteriyor ki, Buz ve Ateşin Şarkısı evreni, Tolkien'in Orta Dünyası gibi kapsamlı bir evren olma yolunda ilerliyor. George Martin, bu senenin sonuna doğru, Westeros kıtasının tarihini anlatacak olan "Aegon'un Fethi" isimli kitabı çıkarmayı planladıklarını duyurdu. Gerçi bu zamana kadar ki kitap çıkarma, planlama ve yazar ile yayıncının verdikleri tarihlerin tutarsızlığı düşünülürse en kötü ihtimalle altıncı kitap ile birlikte bu kitabı da okumak kısmet olur diye düşünüyorum. Şimdilik Buz ve Ateşin Şarkısı serisinin son kitabı olan Ejderhaların Dansı'nda, bir önceki kitaptan devralınan muammanın devam edip etmediği, Martin'in biraz olsun seriyi toparlayıp, toparlayamayacağına dair fikir sahibi olmak için kitabı incelemeye geçelim. Kitap elbette yine Epsilon Yayınları tarafından yayınlanmış, her iki kitap toplam 1232 sayfaya tekabül ediyor. Kargaların Kapışmasından hatırlayacağınız üzere seride son durum, kurguya pek çok yeni karakter dahil olmuş, kurgunun ana karakterlerinden pek çoğu, Martin'in usta katliam senaryolarına kurban gitmiş halde idi. Ejderhaların Dansında öncelikle bir kitap boyunca hikayelerinden uzak kaldığımız Tyrion, Jon ve Daenerys gibi karakterler ile tekrar buluşuyoruz. Son kitapta arz-ı endam eden Leydi Taşyürek'in kim olduğu konusunda az çok herkes aynı tahmini yapıyor, lakin yine de kitabı okumayanları fazla rahatsız etmemek adına, Martin'in karakterlerini öldürme ve diriltme konusunda, kendi evreninin Tanrılığı konusunda geliştirdiği saplantının meyvelerini topluyoruz bu kitapta. Doğrudur, romanı, kurguyu, karakterleri yaratan yazarın kendi eseri üzerindeki yaratıcı gücünü tartışmak lüzumsuzdur. Lakin, Drizzt Efsanesi serisinde sıkça görülen; "iki kitap önce ölüydü, sonra büyücüler, hekimler, vs. vs. ler onu diriltti" bu unsur, gerçekçiliği ve fantastik ögeleri sanki gerçekten var olmuş gibi hissettirebilen bir yazarın kitabında fazla dozlarda kullanıldığında okuyucuyu eserin inandırıcılığı konusunda bezdirebiliyor. Hele ki, kurgunun en esaslı karakterlerinin ölüp, dirilmesi böylesi bir fenomende biraz sakil duruyor. Elbette Martin'in bu konudaki artısı -artı olup olmayacağı da okuyucuya göre değişir- dirilen karakterler tahmin edilen karakterler ise onların eski halleriyle pırıl pırıl yeniden ortaya çıkmıyor oluşu olabilir. Romanın etkileyiciliğini yitirdiği anlamına gelmemekle birlikte, Martin'in istikrara karşı ciddi bir nefreti olduğunu düşünüyorum. Zira iyi veya kötü beş kitap boyunca istikrarlı bir hikaye sürdürebilen, basit bir yan karakter bile mevcut değil. Westeros evreninde, sürekli bir değişim, kaos, ölüm ve istikrarsızlık var. Bunun yanı sıra yaşama dair ögelerin sadece yemek ve cinsel dürtüler söz konusu olduğunda mevzu bahis olması, Martin'in ya çok ciddi bir varoluş eleştirisi yaptığının, ya da en çok önemsediği unsurların bu ikisi olduğunun işareti olabilir. Serinin geneli ile ilgili söylenebilecek en önemli hususlardan birisi de, Martin'in her an bir şeyler olacakmış gibi okuyucuya verdiği gerilimin, okuyucu tam kitaptan kopmak üzereyken patlayıvermesi hususu. Buna rağmen, belirli konular hakkında sır perdesinin o kadar gergin tutuyor ki, haklarında daha çok bilgi alınmak istenen, Ak-Gezen, Ejderha, Ejderhacamı, Ormanın Çocukları, gibi şeyler hakkında bir takım tatmin edici bilgiyle karşılaşmak umudu zamanla sönüp, okuyucuyu kitaptan soğutabilecek bir noktada gezdirebiliyor.

Serinin bu kısmında da, hikaye çok yavaş ilerliyor. Hatta biraz dürüstçe bakacak olursak, George Martin, olayları ve hikayeyi ilerletmek yerine, gittikçe daha da çetrefilli hale getirecek yeni ilişkiler kuruyor romanda. Beş kitap boyunca hiçbir karakterine karşı sevgi beslemeyen, onlara acımayan, fantastik kurgu türünün genel niteliklerine aykırı tarzı ile kendisine farklı bir hayranlık besleten yazarın sanki bir bu kadar daha kitap yazıp, sonuca gelemeyeceği gibi bir korkuya kapılıyor insan okurken. Anlaşıldığı kadarıyla Martin'in aldığı övgülerin büyük çoğunluğu negatif yazımının sonucu olarak ortaya çıkıyor. Bununla birlikte, bu negatif yazımın zaman ilerledikçe okuyucuyu bunaltmakta olan bir havası da var. Zira ilk kitapta baş kahramanın ölmesi ile birlikte hüzünlere gark olurken, "bu da fantastik kurgu ama daha gerçekçi" diyebilirken, devam eden kitaplarda, iyi veya kötü cenahta yer alması fark etmeksizin romanın esas unsurunu teşkil eden karakterlerin ölmesi, Martin açısından artık bir bilinmez olmaktan çıkmış olup, malumun ilanına dönüşmüş durumda. Örneğin bir sonraki kitapta kimlerine yaşayacağına değil, kimlerin öleceğine dair fikirler tartışılıyor forumlarda. İnsanın aklına yazarın kendi yarattığı dünyanın büyüsüne kapılıp, kurguyu unutarak bu dünyanın içinde kaybolduğu izlenimini vermesi de cabası. Bununla birlikte ortalama fantastik kurgu okurunun en önemli eğilimi olan, bir tarafa sempati duyup, öbür tarafı lanetleme güdülerini ortadan kaldıran anlatımı sebebiyle hala ilgi çekici bir seri olmayı sürdürüyor. Zira Martin ne kadar aksini iddia etse de, serinin mutlu sonla biteceğine inanan çok sayıda romantik fantastik kurgu okuru var. Hatta Martin'in yarattığı algı çerçevesinde, bütün Westeros yanıp kül olsa dahi, Daenerys Targaryen'in tahta çıkması veya Jon Kar'ın Azor Ahai olması okuru tatmin edecekmiş gibi görünüyor. Yine de Martin'in hem kitapların isimleri ile hem de kurgu içerisinde geçen vaatleri ile ciddi şekilde çelişmeye başlıyor olması pek çok okuru yavaş yavaş seriden uzaklaştırıyor. Örneğin adı Ejderhaların Dansı olan bir kitapta, ejderhaların pek az bahsedildiği gibi, aile sembolü Ejderha olan Targaryen'lerin hikayelerinin romanda ağırlığı taşımıyor olması, daha sonra serinin başlangıcında gelmekte olan "Kış"ın ancak kitabın son bölümlerine doğru gelmiş olması, Ak-Gezenler ile açılan bir kitapta, başka karakterlerin hikayelerinde elde edilebilecek çok az miktarda damıtılmış bilgi verilmeye çalışılması bir miktar sorun doğuruyor. Aslında bu sorunu doğuran en önemli şeylerden birisi de, kurgunun esasına ilişkin ögelere neredeyse cımbızla ayıklanacak kadar yer verilirken, neredeyse bir buçuk sayfa süren karakterlerin giysileri ve yedikleri yemeklerin ayrıntıları okuyucu da dalga geçiliyormuş gibi bir histe uyandırmıyor değil. Şahsen kitabı okurken George Martin'e kaynatılmış deriden bir zırh giydirip, kendisinin bir paragraf tarif ettiği şaraba yatırılıp, envai çeşit sosla bezenmiş domuzu bir hamlede boğazından aşağıya tıkmak istedim. Bütün bu ifadelerim yanıltmasın elbette sizleri. Öncelikle Kargaların Ziyafetine göre çok çok daha güzel bir kitap. Durağan başlamasına karşın, gittikçe heyecanlandıran ve aksiyonu had safhaya çıkaran anlatım yine tam gaz devam ediyor. Ancak beş kitap boyunca kurgunun ilerleyişine dair pek fazla yol kat edilmemiş olması, olayların bir çözüme doğru bağlanmaya başladığına dair bir hissiyat oluşmuyor olması ve serinin bir hayranı olarak serinin gittikçe sarpa sardığına dair okuyucu da bir fikir uyandırması sebebiyle bir miktar tatminsizlik yarattığını belirtiyorum sadece.

Bu kitabın son sayfaları ile birlikte, nihayet okuyucunun beş kitaptır gerim gerim gerildiği, acaba kış olunca ne olacak ki diye kendisine sorup durduğu o meşhur kış gelmiş oldu. Sanırım Martin bundan sonraki kitaplarda sonunda gül cemalini gösteren "Kış"ın hatrına daha fazla Ak-Gezenler'in olduğu, gelecek kitabın içerisinde yer alması muhtemel, ancak dizide daha önce gösterilmiş olan sahnelerin benzerlerine daha sık rastlayacağız. Yazarın ve yayınevinin verdiği takvim doğrultusunda bundan sonra iki kitap mı yoksa üç kitap mı geleceği konusunda yaşanan muamma dilerim serinin kendisine de yansımaz. Zira seride kitaplar ilerledikçe olaylar daha çetrefilli, daha içinden çıkılmaz, daha kafa karıştırıcı ve kalabalık bir hal alıyor. Öyle ki, Martin'in röportajlarından birinde bahsettiği, çok kafasının atması halinde, Westeros'a bir göktaşı düşürüp bütün karakterleri öldüreceğine ilişkin alternatif finalin kitabın tek kurtuluşu olabileceği bir noktaya doğru emin adımlarla gidildiğine dair bir korku oluştu bende. Kara Kütüphane'de seriyi anlatmaya başladığımdan bu yana Martin'in ifade yeteneği, betimlemeleri, kurgudaki ustaca hamlelerinin bir kısmı bu kitapta da mevcut, lakin tafsilatlı şekilde anlattığım üzere, sonuçsuzluk, eylemsizlik ve konuların bağlanamıyor oluşu bu ögelere dikkat edebilmenize engel oluyor. Rheager Targaryen mevzusu ile başlayan pek çok kehanetin, Azor Ahai'nin, Ak-Gezenlerin, Targaryenlerin, Starkların, Greyjoy'ların ve peşi sıra gelen bir dünya karakterin akıbetlerinin ne olacağı; Sur'da, Meereen'de neler yaşanacağı ciddi bir merak konusu ve kitabı delice bir arzuyla beklemek içi yeterli. Altıncı kitapla ilgili bilinenler, Martin'in kendi sitesinden yayınlamış olduğu bazı karakterlerin gözünden birkaç bölüm ve bu kitapta iki büyük savaşın yaşanacağı bunların birisinin Buz, diğerinin Ateş ile ilgili olacağı, yani tahmin edebileceğimiz üzere, Sur ve Meereen'de büyük savaşların olacağına dair bilgi sahibiyiz. Ancak bu bilgiler bile kitabın nasıl toparlanacağına dair ümit vermiyor. Çünkü Martin'in okuyucuyu ters köşeye yatırmaktan aldığı zevk ve fantastik kurgunun genel kalıplarını delip geçmekte gösterdiği kararlılık okuyucuya sadece "Acaba bir sonraki kitapta kim ölecek?" sorusundan başka net bir soru sordurmuyor. Serinin bir sonraki kitabının çıkış tarihi iki ertelemeden sonra 2015 ortalarına kadar ilerledi. Bu hususa çeviri süresi ve edisyonunu eklerseniz sanırım 2016'dan önce kitabı okuyabilirsek şanslı olacağız.

Ak karganın getirdiği haber ile yavaş yavaş içimizin soğuktan titremeye başladığı bu evrende, altıncı kitap ile tekrar buluşmak dileğiyle, kitaplarla kalın.