İdil - Ural Teorisi Üzerinden Köken İncelemeleri: Türk Halklarının Kökeni - Kazi T. Laypanov, İsmail M. Miziyev

"Esasen Avrupanın kendisine ait hiçbir şeyi yoktur; neyi varsa aslen Asya'dan almıştır; 
uyguladığı kültler ve Hristiyanlığın üstünü örttüğü şeyler de Asya kökenlidir" 
M. Vivien de Saint-Martin 
(L'Asie Mineure cilt 1, sf 2.-1852)




Siteyi takip edenlerin bildiği üzere 23 Aralık 2013 tarihinden bu yana bir maratonun içerisinde kitaptan kitaba koşturmaktayım. Maratonun konularını belirlerken ve okuduğum kitapların çeşitlilikleri doğrultusunda pek çok geliştirme ile maratonu şu an olduğu noktaya getirebildim. Eski çağ Türk tarihi başlığı vererek kapsama aldığım pek çok uygarlık hakkında ve genel inceleme kitaplarının sonucunda yavaş yavaş kafamda tamamlayabildiğim belirli noktalar mevcut. Dolayısıyla maratonda sıradaki kitabı tanıtmadan evvel, bu küçük bilgi yekünümü sizinle paylaşmamın faydalı olacağını düşünüyorum. Türk tarihinde köken tartışmaları denildiği zaman, pek çok farklı teori ile birlikte son yıllarda ortaya çıkan ve epey taraftar toplayan Urmu Teorisini de sayarsak ana hatları ile ortada olan üç farklı teori ön plana çıkar. Bu teorilerin dil ailelerin çıkışı üzerinden kurgulandığı bilgisi ile birlikte önce Altay Dil Teorisi ve kapsamında Türklerin türeneğinin Altay dağlarının etekleri olduğu teorisi, Altay dağlarının bu çapta geniş bir topluluğun türeneği olmak için gerekli coğrafi özelliklere sahip olmadığı, ayrıca dil bağlantıları açısından incelendiğinde Altay topluluklarından daha çok, Fin-Ugor toplulukları ve dillerine yakınlık sergileyen Eski Türkçe ve Eski Türkler'in türeneğinin İdil-Ural yani günümüz Kazakistan'ın kuzeyi olabileceği yönündeki teori ve son dönemde özellikle Firudin Ağasıoğlu'nun ciddi şekilde savunduğu ve son dönemde Mezopotamya uygarlıklarının tarihine daha geniş kapsamda vakıf olunması üzerine gittikçe kuvvetlenen bir teori olarak Urmu Teorisi mevcut. Altay teorisi daha çok Batı menşeili tarihçi ve araştırmacıların savunduğu bir teori, zira Türk topluluklarının hala kesin olarak tespit edilememiş olası Hint-Avrupa türeneklerinden uzak tutulabileceği ve ayrıca Mongoloid halklarla bir tutmak için savunmayı tercih ettikleri, günümüz delilleri doğrultusunda akademik çevrelerde sadece siyasi savunma aletleri sağlam kalabilmiş bir teori. Kitap pek uzak kaldığımız coğrafyalardaki diğer Türk araştırmacıların ve tarihçiler ile yabancı tarihçi ve araştırmacıların kitaplarının çevirisi konusunda çok büyük emek harcayan Selenge Yayınları tarafından yayınlanmış. Karton kapaklı 191 sayfa. Ancak sayfa sayısı konusunda hemen bir dipnot düşmeliyim ki, kitapta neredeyse 40 sayfaya yakın bir kaynakça mevcut. Dolayısıyla aslında karşı karşıya olduğunuz eser 153 sayfa. Kitaba başlamadan önce aynı zamanda Selenge Yayınlarının sahibi olan Dr. Ahsen Batur'un giriş yazısı ile karşılaşıyoruz. Aslında kitabın tanıtım yazısı ve giriş yazısı doğrultusunda düşündüğünüz zaman, batı tezlerine saldıran bir üslupla kaleme alınmış bir çalışma okuyacakmış hissine kapılıyorsunuz. Hatta Ahsen Batur'un giriş yazısı insanı amiyane tabiriyle gaza getiriyor -ki, benzeri bir durumu yine aynı yayınevinden çıkmış olan İskitler kitabında da yaşamıştım- ancak kitap akademik bir dille yazılmış ve giriş yazısında okuduğunuz gibi sert, batılı efendilere haddini bildiren bir üsluba sahip değil. Sadece bilimsel gerçekliği saptamak adına önemli noktaları vurgulayan, sorgulayıcı ve bilim adamı üslubuna sahip bir kitap.

Kitapta Türk Halklarının en eski çağlardan bu yana kökenlerine ilişkin tezleri inceleyerek başlıyoruz. İlk Türklerin ana yurdunun İdil-Ural olduğu teorisi üzerinden başlayan yolculuk, Afanasyevo Kültürü, Andoronovo Kültürü gibi kültürler ve bu kültürlerin Türk halklarının kökeni ile bağlantısını kurabileceğimiz kazıbilim delillerinin değerlendirildiği bölümlerle devam ediyor. Laypanov ve Miziyev'in İdil-Ural coğrafyası ile ilgili derin bir kaynakçası var. Kitapta sürekli referans verilen görüşlerin bolluğu sebebiyle, kaynakçanın neden bu kadar geniş olduğunu sorgulama ihtiyacı hissetmiyorsunuz.  Kurganlar üzerinden Kurgan Kültürü kavramını oluşturup, bu tip mezarlar yapan toplumları geniş ve detaylı bir şekilde inceleyen yazarlar, bu doğrultuda bir köken tahlili yapıyorlar. Kafkasya'nın Türklerin en sık kullandığı göç yollarından biri olmasının yanı sıra, Türk köklerinin en eski örneklerini barındırıyor olduğunu öğreniyorsunuz. Oradan son yıllarda bir Proto-Türk uygarlığı olduğu yönünde kapsamlı araştırmalara olan ve bir kısmını da bu blogda paylaştığım kitaplarda sıkça bahsedilen Sümerlilerden bahsedilerek devam ediliyor. Bu konuda karşılaştığım yeni bilgiler olmamasının yanında, önceki bilgilerimi tekrar etmeme vesile olduğunu söyleyebilirim. Buradan da kitapta en geniş inceleme alanı bulan İskitler meselesine uzanılıyor. İtiraf etmek gerekirse, pek çok Türk soylu araştırmacının farklı vasıtalarla İskit/Saka uygarlığının Türklüğüne ilişkin getirmiş olduğu tezlere bir yenisini eklemiş oldum. Bu konuyla ilgili olarak Eski Çağ Türk Tarihini bitirirken yazacağım yazıya çok geniş bir İskit bölümü ayıracak kadar bilgi sahibi olduğumu söyleyebilirim. İlginç olan ise farklı vasıtalar ve delillerle ulaşılan bir gerçekliğin olduğunu kavramış olmak. Bu aşamada maratona başlamış olmaktan dolayı kendimle gereksiz yere gurur duyduğumu söyleyebilirim. Çünkü bu ilginç şartlanma sonucunda pek çok farklı kaynağın sunduğu veriyi birleştirebilme şansına eriştiğimi fark ettim. İskitlerden, Sarmatlar ve Hunlara uzanan kitapta, Sarmatlara ve Hunlara ilişkin daha önce pek çok yerde karşılaşmamış olabileceğiniz bilgiler olduğunu söylemeliyim.

Kitap bu noktadan sonra, batı menşeili bilim adamlarının yeterli delil sunmamasına rağmen, Türk olmadıklarını kanıtlanmış saydıkları Alanlarla ilgili bilgi veriyor. Aslında bu kitabın önemi Türk tarihçiliği ve köken bilimciliği açısından önemli bir yola götürüyor okuyucuyu. Yıllardır, Türklerin köklerini inatla ve ısrarla Mongoloid halklarla bir göstermeye çalışan ve Türk'ün kendisine Altay teorisini dayatıp, kabul ettirmeye çalışan bilim anlayışının yıkılması adına önemli bir eser. Köken-bilim yani antropolojinin verileri, günümüzde Türk olarak adlandırılan ulusun Mongoloid veya sarı ırk değil, beyaz ırka mensup olduğu yönünde deliller sunuyor. Aynı coğrafya da uzun mücadeleler ve komşuluklar yaşanmasına karşın, Moğolların sayılarının tarihin hiçbir döneminde, biraz da coğrafyanın getirdiği şartlar dolayısıyla yüksek sayılara ulaşmadığı biliniyor. Hatta Cengiz Han'ın ordusunun büyük çoğunluğunun ona katılmış Türk topluluklarından müteşekkil olduğu da yine tarihçiler tarafından kabul edilen bir olgu. Bu noktada Türk insan prototipi olarak sunulan mongoloid ırka mensup, çekik gözlü, yassı kafalı, kısa boylu (ki aslında bu tanımlamalar her fırsatta ırkçılığa karşı olduğunu belirten batı entelektüel çevresi tarafından, ırkları aşağılamak için sivriltilerek kullanılmakta olan betimlemelerdir) insan tipi ile Antropoloji ve arkeolojinin verileri, özellikle İdil-Ural havzası, Hazar Denizi ve Karadeniz kuzeyinde yapılan araştırmalarla hiç uyuşmamakta. Bu noktada bu kitapta sunulan veriler, çok dikkat edilesi ve not edilesi bilgiler. Medeniyetin çok uzun yıllardan beri bir köşeye itilmekte olan bir topluluğa davranışını öğrenmek için, bu topluluğun tarihi ve kökenine ilişkin gerçekleri, teorileri, tartışmaları ve hasır altı edildikleri ortaya çıkan verileri öğrenmenin gerekliliğini vurgulayan, akademik verilerle, bazı noktalarda genel tezleri alaşağı eden, çürüten; bazı noktalarda ise sadece yeni varsayımlar üreten tespitleri içerisinde barındıran ender bulunur bir kaynak olduğunu söyleyebilirim. Özellikle maratonun başlangıcından bu yana, eski çağ tarihi ile ilgili olarak kafamda büyük soru işaretleri bırakan noktaları doldurduğunu rahatlıkla ifade edebilirim. Bu sebeple tarih ile ve özellikle köken tartışmaları ile ilgilenenlerin muhakkak kütüphanelerinde bulundurmaları gereken bir eser olduğuna inanıyorum.

Tarih maratonunun ilk bölümünde sona doğru yaklaşmaktayım. Size tanıtacağım iki kitap daha kaldı .Maratonda bir sonraki kitabı çok yakın bir arayla sizlere tanıtacağım, zira okumayı çoktan bitirdim. Ondan sonraki son kitabı da tanıtıp, kaynakları bitirdikten sonra, bütün okuduklarımdan neler öğrendiğimi, yoluma nasıl devam edeceğimi ve neredeyse tam bir sene süren maceramın ilk bölümü ile ilgili neler hissettiğimi sizlerle uzun uzun paylaşacağım.  Ondan sonra da "İslamiyet Öncesi Türk Tarihi" diyerek sınıflandırabileceğim, eğitim müfredatımızda tarihimizin başlangıç noktası olarak kabul edilen-ettirilen bölüme başlayarak maratona ve macerama devam edeceğim.

Yeniden buluşana kadar kitaplarla kalın.