Çin Kaynakları Işığında Yapılan Yolculuk: Asya Hun İmparatorluğu - Tilla Deniz Baykuzu

"Hun okunun çevrildiği kişioğlu, acunun en talihsizidir."
Hun Atasözü




Epey bir zaman geçtikten sonra, maratonun ikinci bölümünün ilk kitabı ile yolculuğa devam edebiliyorum. İtiraf etmeliyim ki, bundan altı ay öncesine kadar, yazacak daha çok boş zaman buluyordum. Bir yandan okumak, bir yandan okuduklarımdan aklımda kalanları derleyerek, tanıtacağım eserin hangi yönünü ön plana çıkaracağımı düşünmek aslında epey zamanımı alıyormuş. Türk tarihi ekseninde bir okuma maratonunu planlayıp hayata geçirmek kadar, bunu devam ettirebilmek de gerçekten zahmetli bir iş. Örneğin size ancak şimdi tanıtabildiğim bu kitabı okumamın üzerinden neredeyse iki buçuk ay geçti bile. Ancak yazı ile dönüşü yeni yapabiliyorum. Eski Çağ Türk Tarihi olarak adlandırdığım bölümde, tahlil ettiğim uygarlıklar ve dönemler biraz bulanık, pek çok konunun netleşmediği, kesin yargılara varılamayacak unsurlar içeriyordu. Bu anlamda İslamiyet Öncesi Türk Tarihi'nin Hunlar ile başlayan dönemi de kültür, köken tartışmalarının halen sürdüğü, ancak akademik tarih anlamında artık pek çok hususun netleştiğinin kabul edildiği bir alan. Hun ismi Türk tarihi denilince ilk akla gelen isim olmuştur. Bunun sebebi, tarih müfredatımızın kesinliğe en yakın yerden Türk tarihini başlatma arzusu olduğu gibi, Türk ana vatanının Orta Asya toprakları sayılması haklı ön yargısının getirisi olarak da gösterilebilir. Maratonun ikinci bölümüne başlamadan önce geçen bir senelik süre içerisinde, okuduğum kitaplar ve karşılaştığım tezler doğrultusunda en azından kendi kafamda "Türklerin türediği yer Orta Asya" argümanının farklı ele alınması ve bunun ilk kalemde doğru bir tespit olamayacağı yönünde genel bir kanıya sahip oldum. Bununla birlikte, Türklerin ilk türenek noktalarından olduğu yolunda tezler geliştirilen Hazar Denizi kuzeyinde uygarlıkların var olduğu tarihte Orta Asya'da neler olup bittiğini bilebilmemiz eldeki veriler ışığında pek mümkün görünmüyor. Çin İmparatorluk Yıllıklarında ki ufak bilgiler sonucu ulaşılan varsayımlar ile Hunların atalarının M.Ö. 3.000'li yıllarda aynı bölgede mukim oldukları çıkarımına ulaşılabiliyor. Hakeza İskit/Saka toplumlarının Karadeniz'in kuzeyine göçlerini incelerken, M.Ö. 2.000'li yıllarda kendilerini batıya iten zorunlu bir Hiung-Nu(Hun) göçüne dair de bilgileri İskit/Saka bahsinde aktarmıştım. Bu anlamda, daha geniş bir perspektif ile bakmak koşuluyla Hunların Türklerin ilk ataları olabileceği tezini güncellemek gerekebilir. Hun araştırmalarında Türk tarihçi ve araştırmacılar, Hunlarla ilgili birinci kaynaklar Çin İmparatorluk yıllıkları olduğu için çoğunluğu Çince'den doğrudan çeviri yapmak yerine, Çince'den başka dillere yapılan çeviriler üzerinden tekrar Türkçe'ye çeviri yaparak konuyu araştırmaktadır. Bu yüzden de bazı konuların tahlillerinde için epey geride kalabiliyor ve farklı yorumlar ortaya çıkartabiliyorlar. Prof. Dr. Bahaeddin Ögel'in Çin arşivlerine inerek yapmış olduğu çalışmalar bir yol açmasa belki de bu alanda çeviri eserler üzerinden Sami, Hint-Avrupa veya başka bir kültürün bir unsuru sayılmaya veya Sümerliler ya da bir önceki bölümde anlattığım diğer uygarlıklar gibi yoktan var olup, ortadan birden kaybolmuş bir uygarlık olarak Hunları okuyor olabilirdik. Elbette bu anlamda yabancı akademisyenlerin objektif çalışmalarının da hakkını teslim etmek ve durumun aslında tarif ettiğim kadar vahim olmadığını da belirtmek gerekir. 

Buna karşın Türk düşmanlığı eksenli akademik dünyada, Hunlar halen tek kalemde Türk kültürünün unsuru olarak sayılmamakta en iyimser yorumlarda, "içinde Türk unsurların da(!) bulunduğu bir konfederasyon olarak anılmaktadır. Yazık ki bu tezi savunan insanların bütün bir Roma İmparatorluğu vatandaşlarının Romalı ilan edilmiş olmasını kabullenmeleri veya bu büyük imparatorluğun içinde bulunan yabancı unsurların zikredilmekten kaçınılmasının izahı mümkün değildir. Yine de genel görüş itibariyle Hunların Türklüğünün, Sakaların Türklüğü kadar tartışmalı bir unsur olmadığını söyleyebiliriz. Size tanıtacağım kitaba gelirsek, Prof. Dr. Tilla Deniz Baykuzu'yu ve kitabını ayrıcalıklı kılan unsuru tanımlayarak başlamak gerekir. Asya Hun İmparatorluğu kitabı doğrudan Çince kaynaklardan çevrilerek oluşturulmuş bir eser. Ögel'in Büyük Hun İmparatorluğu Tarihi eserinin bulunmazlığını da ele alırsak, alanında çok kıymetli ve birinci elden bilgiler içeren bir kitap. Kitap Kömen Yayınları tarafından basılmış, ciltli ve kuşe kağıda 327 sayfa. Cildi, sayfaların kalitesi itibariyle üst düzey bir kalitede olmasına ve kitaplarına nazik davranan bir okur olmama karşın, bir kaç sayfanın kendini ciltten ayırdığına şahit olmam beni biraz üzdü açıkçası. Buna karşın sayfa ve basım kalitesi muazzam. Çok ufak bir iki hata dışında, baskı ve dizgi hatası mevcut değil. Kömen Yayınlarının kütüphanemdeki diğer kitapları ile ele alarak söyleyebilirim ki çok kaliteli işler çıkarıyorlar. Baykuzu Türk tarihinin spekülasyona açık bir alanında birinci el kaynaklardan yola çıkarak bir Hun profili çizerken, kitaba eklenen resimlerden tahmin edebildiğim kadarıyla Hun coğrafyasını da bizzat yerinde tetkik etmiş bir akademisyen. Kitap içerisinde bölge coğrafyasına ilişkin sunulan görseller, tarihi gözünüzün önünde canlandırabilmek adına mükemmel bir hizmet sunuyor. Doğrudan Çin yıllıklarında geçen olayların olduğu yerlere ilişkin kısıtlı görsel olsa da, Orta Asya coğrafyası adına pek çok kez kitaplarda geçip, akıllarımızda sadece birer tamlamadan ibaret olan, göller, dağlar, çöller, ovalarla ilgili canlı ve renkli resimler barındırması bence kitabın kendi tarzında mühim bir ayrıntı ile sıyrılıp, benzerlerinden öne çıkmasına sebebiyet vermiş. Bölge coğrafyasına, haritalarla olsa dahi vakıf iseniz savaşların gerçekleştiği bölgelerin küçük haritaları, savaşta orduların pozisyonları vs detaylarla dönem tarihine hızlıca alışabiliyorsunuz. Elbette Hunlar denildiği zaman, özellikle eski çağ tarihi bilgilerini baz alarak 2000 seneden fazla hüküm sürmüş ve zamanla pek çok kola ayrılmış, Dünya siyasi haritasını defalarca değiştirecek olaylarda baş aktör olmuş bir kavimden bahsediliyor. Baykuzu ise bu büyük kavmin en köklü şubesi ve belki de köklerinin yattığı Asya Hunlarını incelemiş. 

Bu ayrıntılı incelemede, eğitim müfredatımızda yer alan basmakalıp basit bilgilerin aslında ne denli genişlik arz ettiğini, Çin kültürünün Hunlardan ne denli yoğun şekilde etkilendiğini, yine Çin İmparatorluk kayıtlarına dayanarak okuyor ve görüyoruz. Bu anlamda, bu kayıtlardan süzülen ufak tefek bilgilerin tarihe bakış açımızı değiştirmesi de muhakkak. Hun Chan-yüsünün (Kağan, Hakan, Şanyü, Tanhu) Çin İmparatoriçesine mektup yazması, Hunların okuma yazma bilmeyen barbar bir kavim olduğu iddiasını çürütebilecek bir bilgi kırıntısıdır. Bu, her iki anlamda düşünülecek olursak da; yani mektubun Çince veya Hunların kendi dilinde yazma ihtimalleri dahilinde düşünülecek olursa da, her iki anlamda Hunların alelade barbarlar olmadığını, bir devlet örgütlenmesine sahip olduğu, bir yazı dili kullandığı ve diplomasiye yabancı olmadıklarını gösteren alametlerden birisidir. Şimdi konumuz olmamakla birlikte, Hunların kendi yazı dilleri olduğuna inanmak için Romalı Priskus'un yazdıkları ayrıca esaslı bir dayanak teşkil etmektedir. Ayrıca Chou Hanedanı dönemindeki kitabeler ve Chou-Türk ilişkisi de buna bir delil sağlamaktadır. Bunun yanı sıra, konar-göçerlik ile göçebelik arasındaki kavramsal farkı netleştirmek açısından, Çin kaynaklarında bir kaç yerde bahsedilen Hun saraylarının ve Hun yaşantısına ilişkin anekdotların vurguladığı unsurların da es geçilmemesi gerekir. Elde ettiğimiz bilgilerin, Hunların yerleşik hayattan daha gelişmiş bir göçer hayatına sahip olduğunu, buna karşın yerleşik yaşama da yabancı olmadıklarını, bu yaşam stilini güncel bir forma soktukları yorumlarına ulaşabiliriz. Kitap içerisinde Çin kaynaklarında geçen ifadelerin sorgusuz da kabullenilmemesi gerektiği belirtilmiş. Bunun en önemli sebeplerinden birisi her toplulukta bir miktar rastlanılan, tarihi kendi kudreti lehine tahrif etme dürtüsü ve Çince okumanın getirdiği zorluklar. Çinlilerin, Hun İmparatorluğunu Orta Asya'ya bütün hatlarıyla hakim olduğu dönemde bile, Hunları aşağılamak maksadı güden kayıtlar tuttuklarını görebiliyorsunuz. İşin ilginç yönü giyim, kuşam, savaşma, yemek gibi pek çok unsurda Hun kültürü etkisinde kalan Çin İmparatorluğunu uzunca bir dönem Sinolog Wolfram Eberhard'a göre Türk kökenli sayılan ve de Çin kaynaklarının kendi ifadelerine göre Tik'lerin(Çin kaynaklarındaki bu sözcük daha sonra Türkleri yani Tukyuları ifade etmek için de kullanılacaktır) bir bölümü olan Chou Hanedanının yönetmiş olması. Chouların, Saka Türkleri olabileceğine ilişkin eski çağ araştırmacılarının yorumları ile birlikte ele alınırsa, bu kısım Sakalar ile Hiung-Nu arasındaki çarpışmaların, ilerleyen dönemde Hun-Chou mücadelesine dönüşmüş olabileceğini, tarihte pek çok kez kendini tekrar ettiği üzere, aynı kökten gelen Türk boylarının mücadele etmesinin en eski örneği olabileceğini işaret edebilir. Orta Asya tarihi açısından en büyük handikaplardan birisi, Mezopotamya veya Anadolu gibi nispeten küçük çaplı bölgelerde ulaşılan arkeolojik kazı sayılarına ulaşılamaması, dolayısıyla bu bölgede uygarlığın hangi yıllarda başladığına dair elle tutulur veya süreklilik taşıyabilecek arkeolojik kanıtlara ulaşılamamasıdır.   

Kitap ile ilgili en büyük zorluklardan birisi; bu konuda hiç araştırma yapmadan bilgi sahibi olmak isteyen bir insanın, Çin kaynaklarında geçen ibarelerin günümüz Türkçesine çevrilememesi ve ekli halde yazılması sebebiyle(H-oh'an-Yeh vd), Çin kökenli sözcüklerin arasında kaybolması ihtimali. Örneğin, Mo'dun, Mao'dun, Baga-tur gibi isimlerin Mete Han'ı ifade ettiğini bilmek, Hun tarihine genel olarak vakıf olan bir okuyucu için mümkün iken, Hunların bölünmesini takiben karşılaşılan isimler ve Çin Generalleri, Hanedanları, topraklarının isimleri ile karışınca, okunması zor bir hal alabiliyor. Ne yazık ki, Hunların yaşadığı dönemde bu toprakların isimlendirilmesine ilişkin sözlü edebiyat dışında yeni bir yazıt veya arkeolojik keşif olmadığı müddetçe bu sıkıntı uzun bir dönem daha aşılamayacak gibi görülüyor. Asya Hun İmparatorluğu kitabında Hunların en eski çağlardan, bölünüp yok olmasına kadar geçen süreç Çin kaynaklarından birinci elden çevirilerek ve çeviri sırasında Çin dili ve grameri hakkında bilgiler verilerek, bazı kelimelerin nasıl yorumlanması veya okunması gerektiğine dair bilgi verilerek okumaya bir ivme kazandırılıyor. Bunun yanı sıra, arkeolojik delillerin incelenmesi noktasında Baykuzu'ya göre, İskit/Sakalara atfedilen Pazırık Halısı ve Pazırık Kurganından çıkanlar, Hunlara ve Hun kültür sanatına ait. Açıkçası İskitleri de kapsamlı bir şekilde inceleme fırsatı bulduğum için, özellikle iki uygarlığın kültür-sanat ve bunu ifade edişlerinde çok ayrıntı olabilecek hususlar dışında ayrım yapılamayacağı kanaatindeyim. Ancak Baykuzu'nun Kazaklara ilişkin tespit ve eleştirilerinin, bundan 90 yıl önceki genç Türkiye Cumhuriyeti'nin tarihçilerine yöneltildiğini de hatırlatmak gerek. Orta Asya tarihini araştırırken, İsikt/Saka araştırmalarını nakıs bırakan Türkologlarımızın, Rus ve Kazak tarihçilerinin İskit araştırmalarını da bu coğrafyanın tarihini anlamaya çalışırken ayrı tutması gerektiğini düşünüyorum. Bu anlamda sadece Pazırık Kurganı açısından değil, İskit ve Hun buluntularının tamamı üzerinden bir değerlendirme yapmak ve bu iki kültürün ortak atası var ise onu keşfetmeye çalışabileceğimiz anahtara ulaşmak belki de daha doğru bir motivasyon olacaktır. Asya Hun İmparatorluğu, Orta Asya'daki Hun varlığına ilişkin kıymetli bilgiler içeren, kaliteli görseller barındıran, özenli bir baskı. Orta Asya Hun tarihine ışık tutması açısından da, günümüzde mevcut en değerli kaynaklardan biri olma özelliğini taşıyor. Dolayısıyla Hunlar hakkında araştırma yapanların, kütüphanesinde muhakkak bulunması gereken bir eser olduğunu düşünüyorum.

Türk tarih maratonunun ilk ayağında kitapların sayısının fazla olmasını kendime bahane ederek, bir yayın içerisinde üç-dört kitabı birden tanıtıyordum. Ancak bunun hem kitapların içeriğini anlatmakta, hem de tanıttığım kitap çevresinde tarafımda oluşmakta olan görüşü aktarmakta biraz kısırlığa yol açtığını fark ettim. Bu sebeple, ikinci aşamadan itibaren, aynı yazara ve yayınevine ait seri yayınlar olmadığı takdirde, kitapları tek tek tanıtmaya karar verdim. Elbette, eski çağ tarihinde olduğu gibi, hakkında yazılmış kitapları tanıttığım uygarlığa ilişkin son bir düşünce yazısı yazmaktan vazgeçmiş değilim. Okuduğunuz yazıyla Türk tarih maratonunun ikinci bölümü resmen başlamış durumda. Bakalım, ikinci bölümde yer alan kitapları okumak ve bu döneme ilişkin incelemeleri bitirmek ne kadar zamanımı alacak?

Takipte kalarak, hep birlikte ne kadar süreceğini öğrenmek dileğiyle.