Atilla'nın Peşinde: Avrupa Hunları ve Atilla'nın Sarayında Bir Romalı - Ali Ahmetbeyoğlu

"Hayatındaki her şeyi son işinmiş gibi yap"
Marcus Aurelius, Roma İmparatoru



Size bugün tanıtacağım kitaplar ve daha önce okuduğum yazıları sayesinde, Avrupa Hunları ve Doğu Avrupa Türk Tarihi denildiğinde benim aklıma ilk gelen isimlerden birisi Ali Ahmetbeyoğlu olmaya başladı. Hun tarihinin en büyük problemlerinden birisi ve hatta Türk tarihinin belirli bir döneme kadar en büyük problemlerinden birisi, bu tarihlere ilişkin bilginin hep yabancı ve ekseriyetle düşman ülkelerin kaynaklarına dayanıyor olmasıdır. 1000 sene boyunca Çin sınırını yağmalayan, ona rahat vermeyen, bölgede zaman zaman tek hakim yapı olan bir kavim hakkında, düşmanlarının onları mutlulukla yâd etmeyeceği kesin olduğu gibi; Avrupa'da zamanının süper devletleri olan Doğu ve Batı Roma İmparatorluğunu domine eden, siyasi, iktisadi ve askeri anlamda çöküş süreçlerine girmelerini hızlandıran bir kavim hakkında da bu kaynakların olumlu şeyler yazmasını beklemek epey hayalcilik olsa gerek. Bu noktada Türk soylu uygarlıkların en büyük hatalarından birisi, kendi tarihlerini yazmamış veya yazmış olsalar dahi layığınca koruyamamış olmalarıdır. Hunlarla ilgili okumalarım boyunca, bulundukları bölgelerde kesintisiz hakimiyet kuran bu uygarlıkların güçten düştükleri anda, düşmanları tarafından soykırıma, katliama tabi tutulmaları ve onlardan geriye hiçbir eser kalmaması için bütün gücün kullanılmış olmasına dair pek çok ifadeye rastladım. Batılı akademisyenler, bir yandan bu yıkımı diğer kaynaklara dayanarak doğrularken, öbür yandan bir uygarlığın nasıl olup da birdenbire böyle yok olduklarını anlayamadıklarını söyleyerek ilginç bir çelişkiye de imza atıyorlar. Söz konusu Avrupa Hunları olduğunda da, en önemli kaynaklar Hun hükümranlığı altında ezilmiş Bizans ve Romalı tarihçiler oluyor. Bunların en önemlilerinden biri Hunların Avrupaya girişine ilişkin çoğu bilgiyi edindiğimiz Marcellinus ve belki de en objektiflerinden birisi olan meşhur Priskos. Onun ardılları olan Jordanes gibi tarihçiler ise hem olayların geçtiği çağda yaşamadıkları, halklarının Hun hakimiyeti altında kaldıkları dönemin sonraki nesillere aktardıkları nefretin verdiği dürtüyle Avrupa Hunlarını, cehennemden gelen, eciş bücüş, barbar, vahşi, kana susamış bir topluluk olarak tanıtmaktan geri durmamış. Avrupa Hunları hakkındaki bilgiler kaynak açısından çoğunlukla Batı ve Doğu Roma kaynaklarına dayandığı için bu aşamada Asya Hunları-Çin Kaynakları arasında yaşanan durumların benzerleri yaşanıyor. Bu konuları da kitapları tanıtırken daha ayrıntılı irdeleyeceğim.

Avrupa Hunları - Ali Ahmetbeyoğlu

Belirli uygarlıklar ve dönem tarihlerinde, bazı tarihçi akademisyenlerimizin isimleri; hem anlatımları, hem de incelemelerindeki detaylandırmadan kaynaklanan titizlik dolayısıyla o uygarlık ile anılır hale gelebiliyor. Ali Ahmetbeyoğlu bu konuda Avrupa Hunları ile anılmayı hak eden bir akademisyen. Hem ayrı ayrı kitaplarını, hem de Doğu Avrupa Türk tarihi adına yazmış olduğu makaleleri okumuş biri olarak, Avrupa Hunları konusunda ciddi bir emek ve zaman sarf ettiğini görebiliyorum. Ali Ahmetbeyoğlu'nun ilk tanıtacağım kitabı Yeditepe Yayınevi tarafından yayınlanmış, karton kapaklı 236 sayfa. Avrupa Hunları ile ilgili müstakil bir tarihi araştırma eseri. Ahmetbeyoğlu'nun tarihi inceleme metodu, İlhami Durmuş'un metoduna benziyor. Avrupa Hunları hakkındaki önemli kaynaklardan biri olan bu kitapta da, tıpkı İlhami Durmuş'un İskitler ve Sarmatlar kitaplarındaki inceleme metodu izlenmiş durumda. Muhakkak bu metodun tarihçi akademisyenler arasında bir adı vardır. Fakat bu konuda bir bilgim olmadığı için, daha önce şu kitapta gördüğüm metod diyerek geçiştirmek durumunda kalıyorum. Bu doğrultuda, Ali Ahmetbeyoğlu'da Avrupa Hunları için önce kaynakları tanıtıyor. Asya Hunları ile benzer bir kaderi izliyor olsa da, Avrupa Hunları kaynak açısından onlara göre bir miktar daha zengin. Bunun yanı sıra, kaynakların yorumlanması açısından avantajlı olan bir diğer husus, Avrupa gibi eski bir kıtanın, önemli bir dönemini derinden etkilemiş oldukları için Avrupa Hunları üzerine çalışma yapan akademisyen, araştırmacı sayısının fazla olması da bir avantaj. İslamiyet sonrası tarihten başını kaldırdığında, sadece Orta Asya'ya odaklanabilen tarih anlayışımız, Doğu Avrupa'da binlerce yıl süren Türk hakimiyetini görmezden geldiği için ne yazık ki, ülkemizde özellikle Doğu Avrupa'yı kasıp kavuran Türk soylu uygarlıklar hakkında çok az çalışma yapılıyor. Bu sebeple de, özellikle Ali Ahmetbeyoğlu'nun çalışması ayrı bir önem ve özellik arzetmekte. Kaynaklara ilişkin bilgi sahibi olduktan sonra, Batı Hunlarının menşei ile başlayıp, Avrupa Hunlarının tarihine adım adım giriyoruz. Burada farklı kaynaklardan daha önce Avrupa Hunlarından bahseden eserlerde karşılaşmadığım ilginç bilgiler edindiğimi söyleyebilirim. Özellikle Attila öncesi Batı/Avrupa Hunlarının tarihine ilişkin en kapsamlı bilgiyi muadili eserlerde bulamadım. Balamir, Uldız ve Rua devirleri hakkındaki tafsilatlı aktarımın ardından, Avrupa Hunları denildiği anda doğrudan akla gelen Attila devrine geçiliyor.

Attila devrinde, seferleri, kişiliği, kaynakların onun hakkında söylediği en olumsuz şeylerden, hakkını teslim edenlerine dek pek çok satırı deviriyorsunuz. Dünya tarihini Attila kadar etkileyen pek az lider mevcut olduğundan, sadece Attila hakkında yazılmış kitaplarda bu kitapta bulunandan daha fazlasına erişebilirsiniz. Bu aslında olumsuz bir eleştiriden ziyade, olumlu bir eleştiri. Zira Avrupa Hunları tarihi denildiğinde sadece Attila dönemine sıkışan veya Avrupa Hunlarından bahseden kaynaklarda, Attila öncesi ve sonrası döneme ayrılan sayfaların neredeyse 3-4 katı sayfa süresince Attila devrini anlatan eserlere göre, çok daha adil, objektif ve sistemli bir dağılım var kitapta. Bu anlamıyla bütünlük arz eden bir Avrupa Hunları kitabı olduğu için ayrıca takdir edilesi olduğunu düşünüyorum. Bir noktanın da altını çizmeliyim, Hunlardan şu veya bu şekilde bahseden pek çok kitapta, Avrupa Hunları da yer alıyor ve bu kitapları tek tek okuduğumu düşünürseniz, farklı bir tarza ve anlatıma sahip olan bu gibi kitaplar hariç, sürekli Attila ve Mo'tun hakkında aynı şeyleri okumaktan dolayı da böyle bir tepki geliştirmiş olabilirim. Yine de, gerçekten dünya tarihini derinden etkiliyor olsa da, özellikle onu vahşi bir barbar gibi gösteren Roma-Bizans kaynaklarını tekrar tekrar okumak yerine, birazcık daha döneminin yüzeysel geçilmesinin daha iyi olduğun düşünüyorum. Zira Attila'nın bütün Avrupa'yı hükümdarlığı süresince domine ettiği konusunda bu kaynaklardaki nefretin dozu yeterince belirleyici. Tabii döneme damgasını vurması sebebiyle, dönem kaynaklarının daha çok onun döneminden bahsediyor olmasının gayet mantıklı olduğunu da kabul etmeden geçemeyeceğim. Ali Ahmetbeyoğlu'nun, bu konudaki barutunu, aşağıda tanıtacağım ikinci kitaba saklayarak da gayet olumlu bir iş yaptığına inanıyorum. Attila sonrası tarihte, Avrupa Hunlarının çöküşüne neden olacak hamleleri görmek ile birlikte, Attila'nın oğullarının koca hakanlığı ne hale getirdiğini de görüyoruz. Elbette buradan, günümüzde kabul etmek istemeseler de Hun soylu Bulgarlara geçiyoruz. Avrupa Hunları enteresan bir şekilde, Attila'nın ölümünün ardından henüz yirmi sene geçmemişken sırra kadem basıyor! Aslında bu daha çok metafiziksel bir konu, zira tarihi verileri, toplumların oluşumlarını tesadüflere bağlayabilecek insanları akademik tarih kesmez. Ahmetbeyoğlu'nun verdiği bilgiler sayesinde Bulgar Hakanlığının kuruluşunu ve Attila'nın oğlu İrnek ile bağlantısını görebiliyorsunuz.

Kitap bu noktadan itibaren daha da güzelleşiyor. Daha önce bir sahaftan edindiğim beş Hun araştırmacısının makaleleri hariç, çoğu kitapta yer almayan Avrupa destan ve efsanelerinde Attila figürü üzerine, Ahmetbeyoğlu'nun da güzel bir bölümü mevcut kitabında. Avrupa Hunları ile ilgili arkeolojik malzemenin incelenmesine ilişkin bilgilerle yola devam ettikten sonra, sadece Avrupa Hunları için değil, pek çok uygarlık, devlet veya imparatorluk tarihi yazılırken atlanılan, teşkilat ve sosyal hayata ilişkin bilgileri içeren son bölüme ulaşıyorsunuz. Ahmetbeyoğlu burada bilgileri derleyerek okuyucu/araştırmacı tarafa doğru şekilde süzülmüş bilgi sunuyor. Kaynakların köşesinde kalan, ilk okuduğunuzda zihninizde bir ipucu çakmasına fırsat olmayan; ancak birisi sizin dikkatinizi bu yöne çekmek istediğinde fark edebildiğiniz detayları bu bölümde yakalayabilirsiniz. Benim kitabı çok sevme nedenlerimden birisi de bu oldu çünkü. Hunlarda Kağan, Hatun, Meclis gibi kavramlar hakkında bilgi verdikten sonra, yine pek çok kitapta aradığım ama bulamadığım, bir uygarlığın sosyal hayatına ilişkin veriler içeren nadide kitaplardan. Kendi adıma konuşacak olursam, tarihe olan tutkumun en önemli sebebi, kitaplar üzerinde okuyup beni hayallere sürükleyen bilgiler eşliğinde, o dönemleri hayal edebilme serbestliği. Hatta bu sebepten, zaman zaman yanıltıcı ve saçma olsalar bile, eski çağlara ilişkin illüstrasyonlara bayıldığımı itiraf edebilirim. Bu hem hayal gücümün kısır kalmış bölgelerini canlandıran, hem de tutkumu diri tutan bir unsur. İşte bu anlamda, resimlerle olmasa bile, dönem yaşantısını gözümün önünde canlandırmama yardımı olabilecek, Hunların o dönem ki giysileri, sosyal hayatları, evleri, yedikleri ve içtiklerine ilişkin bilgi sahibi olmak, bu uygarlığı kafamda daha rahat canlandırabilmeme yardımcı oluyor. Hatta rüyamda gördüğümü iddia etsem, umarım pek komik bulmazsınız. Kitapla ilgili tek ufak eleştirim, tıpkı Türk-Hun Tarihi kitabında olduğu gibi iki veya üç defa da olsa, uzun dipnotlar barındırması. Eğer ilgi alanınız sadece Avrupa Hunları ise bu kavim hakkında pek çok şeyi fazlasıyla bulacağınız, anlaşılır, okunması zorlamayan muazzam bir eser olarak bu kitabı size tavsiye ederim.

Atilla'nın Sarayında Bir Romalı (Grek Seyyahı Priskos'a Göre Avrupa Hunları) - Ali Ahmetbeyoğlu 

Yazının girişinde de bahsettiğim üzere Avrupa Hunları hakkında olabilecek en objektif ve verimli bilgileri sunan tarihçi, seyyah, diplomat Priskos. Ne yazık ki 8 ciltlik Bizans tarihine ilişkin eseri geçen yıllar içerisinde tarumar edildiğinden, Priskos tarihinden elde avuçta kalanlara da, onun yazdıklarını referans alan sonraki dönem tarihçileri olmuş. Atilla'ya diplomatik görevle giden bir heyetin içerisinde yer alan Priskos, bu esnada gördüğü ve öğrendiği şeyleri kaydetmiş ve günümüze kadar gelebilen en tarafsız ve aydınlatıcı bilgileri sunmuş. Size tanıtacağım kitap yine Yeditepe Yayınevi tarafından yayınlanmış olan karton kapaklı 123 sayfalık bir diğer Ali Ahmetbeyoğlu çalışması. Yeditepe Yayınevi'nin baskı kalitesinin ve kitabın iç düzenlemesinin okuyucuya okuma konforu kazandırdığına ilişkin görüşümü belirterek başlayalım. Avrupa Hunlarının özellikle sosyal hayatları ve yaşantılarına ilişkin nitelikli bilgiler sunan eserin anlattığı dönemler ve olaylar üzerinden çıkarımda bulunularak 433-472 tarihleri arasını kapsadığı düşünülmekte. Kitap, Priskos'un hayatına ilişkin bilgiler içeren bir bölümle başlıyor. Doğrudan bir bağlantısı olmayacağını düşünseniz de, Priskos tarihinin nasıl ortaya çıktığını anlayabilmek adına güzel bir başlangıç yapmış oluyoruz. Priskos tarihini Müller tarafından çevrilen ve fragmentlere bölünen haliyle ele alan Ahmetbeyoğlu, daha önce eserin çevirisini yapan Hüseyin Namık Orkun'un çevirisi kapsamına almadığı, Priskos'un bir Grek ile sohbetini de kitaba eklemiş. Aslında önsözde de belirttiği gibi, burada geçen konuşma o devirde yaşayan insanın bakış açısını yansıtması açısından, bizim tarihimize düşülmesi gereken önemli bir not. Zira bu Grek şahıs, Roma ile Hunların bir mukayesesini yaparak, esir düştükten sonra azat olmasına rağmen, Hunları Romalılara tercih etme sebeplerini anlatıyor. Dolayısıyla kitapta yer alan bu konuşmada iki uygarlığın, kavimin ve onların insanlarının çok detaylı olmasa da bir karşılaştırmasını bulabiliyorsunuz. Tabii Priskos'un Roma'yı savunduğu kendi tiradını kaydetmesinin yanı sıra, adamın bir cevap verip vermemesi ya da bu sohbetin ilerleyen bir dönemde devam edip etmediğini bilemiyorsunuz. Aslında Hunlar ve hatta Türkler ile ilgili çok uzun süredir dile getirilen veya kötü addedilen karakter yapıları, savaşçı olmalarıdır. Bana sorarsanız Hun ya da Türk aynı kültür dairesinin meyveleri olduğundan ayırt etmeksizin, bizim eski toplumumuza yakıştırılan savaşçılık, barbarlık ve vahşilik damgaları çok taraflı ve beyhudedir.

O çağda, savaşmadan birşey elde edebilen kültürler, sadece ada yerlileri olsa gerek ki, yaşam mücadelesi verilen doğayla savaşarak karakter kazanan kültürlerin savaşçılığını, barbarlık ve vahşilik alameti görmek bence hakkaniyetli değil. Giydikleri güzel zırhlar ve sistemli şekilde adam öldürmeleri, Romalıları daha medeni yapmıyor. Sadece daha şık katiller haline getiriyor. Oysa Türk soylu topluluklar için, savaş; hayvancılık ve avlanma bağlamında bir oyun hatta bir sanattır. Şahsi fikrim, Türk soylu topluluklara yakıştırılan savaşçı barbar imajının en önemli sebebi, bu toplulukların çok iyi savaşçı olmaları ve mağlupların bunu sindiremiyor olması ile alakalıdır. Bir an için anlattığım tarih döneminden çıkıp, bütün tarihe göz gezdirirseniz, askeri uygulamalar ve taktiklerde dünya tarihine geçen değişikliklerin hep Türk soylu topluluklara mal edildiğini görebilirsiniz. Her neyse kitabımıza geri dönecek olursak, Priskos'un tarihinde Attila'nın ahşap sarayı çok ayrıntılı tarif ediliyor. Hatta bu saraydaki ahşap işçiliği övülerek, birleşim yerlerinin gözükmediği ve bu durumun muazzam bir görüntü yarattığı gibi bilgiler ediniyorsunuz. Ali Ahmetbeyoğlu, Priskos'un eserinin mevcut kalan kısımlarını çevirmekle kalmayıp, aynı kitap içerisinde Ammianus Marcellinus ve Jordanes'in eserlerine ilişkin iki makale daha eklemiş. Marcellinus'a göre Türkler ve Jordanes'e göre Avrupa Hunları başlıklı makalelerde, Priskos'un tarihine ek bir destek olmakla kalmamış, eseri daha kapsamlı bir hale sokmuş. Kitabın sonuç bölümünde Ahmetbeyoğlu, Priskos'un eserinin Türk tarihinin tetkiki açısından arz ettiği öneme ilişkin görüşlerini aktarıyor. Priskos tarihinin Avrupa Hunları ve Attila'nın gelecek nesillere aktarılması konusunda yüklendiği misyon ve önemi çok büyük. Bu sebeple her şeyden önemlisi Ali Ahmetbeyoğlu'na bu kadar önemli bir eseri tekrar çevirip, tarihseverlerin dikkatine sunduğu için kendi adıma büyük bir teşekkür sunuyorum. Ülkemizde Avrupa Hunları ve Attila hakkındaki araştırmalardan bahsedildiğinde akla ilk gelen hatta belki de tek isim Ali Ahmetbeyoğlu. Bu zamana kadar keşfetmediyseniz muhakkak okumalısınız. Bu kitapların yanı sıra, kollektif bir yayın olan Doğu Avrupa Türk Tarihi adlı eserde de Avrupa Hunları faslında imzasını bulabilirsiniz.

Tarih maratonunun ikinci büyük adımının ilk safhası olan Hunlar da sona doğru yaklaştığımı görebiliyorsunuz. Aslında Bahaeedin Ögel'in iki ciltlik Büyük Hun İmparatorluğu kitabı haricinde Hunlar bahsinde okuyacağım bütün kitapları bitirdim. Lâkin, Hunlarla ilgili son yazıda tanıtacağım kitap konusunda, Gumilev ve Ögel'in kitapları arasında kalmış durumdayım. Yoksa Gumilev'in Hunlar kitabı da biteli epey oluyor. Hedefim bu ay sonuna geldiğimizde, Hunlar bahsini tamamen kapatmış olmak ve önümüzdeki ay Göktürkler'e başlayabilmek. Umarım bu hedefi tuttururum.

Tarihle ve kitaplarla kalın.