İnsanlık Kavramının Çöktüğü Bir Çağda: İnsan Olmak - Engin Geçtan

"Bencil ve yıkıcı eğilimlerin, hiç olmazsa potansiyel olarak, 
her insanda var olduğu görüşünü savunmak bazı okuyucuları 
rahatsız etmiş olabilir. Ama bazı insanların bu tür eğilimlerin 
yalnızca kendilerinden başka insanlarda olduğunu 
savunmaları da mantıkdışı olmuyor mu?
(Kitaptan)


Kafanızı kaldırıp, bu gezegende hüküm süren, dünyayı, yaşadıkları ülkeleri içinden çıkılmaz kaoslara sürükleyen varlıklara baktığınızda, kendinizi o varlıklardan soyutlamanıza rağmen aslında o varlıklardan biri olduğunuzu kabul edemediğiniz oluyor mu? İnsan denilen ve hayat piramidinin en yıkıcı ögelerinden biri olan topluluğun bir üyesi olmakla sorun yaşadığınız oluyor mu? Benim bu sorulara cevabım hep evet oldu. İnsan kavramına kelime itibariyle ederinden fazla sorumluluk yükleyip, çok defalar pişman olduğum da vakidir. Halbuki bir örneği olduğum insan denilen yayılmacı virüsün bir örneği olarak kendime hiç kusur atfetmiyor oluşum da bu pişmanlığın diğer bir boyutu. Bu açıdan düşünüldüğünde "İnsan Olmak" "İnsanlık Göstermek" gibi kavramlar bana çok yabancı geliyor. Çünkü bütün dünyadaki bu katliam, tecavüz, saldırganlık, umursamazlık, adaletsizlik bir insan olarak kanıma dokunmasına rağmen, aynı zamanda insan olmanın doğasında var. Ne dilemma ama! Size tanıtacağım kitap, bu satırların yazarı, kitabın siz müstakbel okuyucuları ve dahi yazarın kendisini de kapsayan bir şekilde insan olmayı irdeliyor. Kitap Metis Yayınevi tarafından yayınlanmış karton kapaklı 180 sayfa. Engin Geçtan kendisiyle ilk defa bu kitabıyla tanışmış olmama rağmen, önsözünde öğrendiklerim sayesinde bu güzel kitabı çok önce kaleme aldığını öğrendim. Kendisinin belirttiğine göre, 1981'den bu yana da, hiçbir güncelleme ihtiyacı olmamış. Geçtan, bu kitapla insan davranışlarının arkasında yer alabilecek nedenleri, psikolojiyle ilgilensin veya ilgilenmesin, belirli bir algı düzeyini geçebilmiş her okuyucuya anlatabilecek sadelikte bir dil kullanıyor. Kitabın girişindeki uyarıları dikkate almanızı öneririm. Zira insan psikolojisinin altında yatan temel nedenleri bölüm bölüm irdelerken, çok normal bir insan olduğunuzu ve hatta emsallerinizden sıyrıldığınızı düşünüyorsanız, konusunda uzman olan yazar bu duygu dünyanızı ve düşüncelerinizi paramparça edecek şeylerden bahsediyor. Birey ve toplum arasındaki ilişkiyi incelediği bölümde, özellikle çağdaş toplum düzeni içerisinde insanın konumu ve psikolojisi hakkında sunulan tespitler o kadar muazzam ki ömrümde ilk defa bu tip derin ve yoğun bir kitabı, altını bile çizemeden tam konstrasyon ile elimden bırakmaksızın okudum. Özellikle kitabı okuduğum dönemde, kara teslim olmuş Ankara sebebiyle, öğrencilik yıllarıma geri dönerek toplu taşıma araçlarının aslında ne büyük imkanlar taşıdığını idrak ettim. İşe giderken ve işten dönerken geçirdiğim süreyi kitap okuyarak geçirmek bu anlamda muazzam bir keyif verdi bana. Geçtan'ın daha ilk andan itibaren bir tanesi hariç yürekten onayladığım bütün tespitleriyle Ana-Baba ve Çocuk bölümüne geçtim. Açıkçası keşke geçmeseydim dediğim bir bölüm oldu. Bu pişmanlığımın kitapla hiçbir alakası yok, sadece kendi çocuğum ile kurduğum bazı diyaloglarda veya ona karşı göstermekte olduğum bazı davranışlarda ne büyük yanlışlar barındığını idrak ettim. Hatta kendimden bir miktar rahatsız olduğumu da söyleyebilirim.

Özellikle bu noktada, Geçtan'ın önsözde belirttiği üzere, kitabı okuyan okuyucunun kendisiyle ilgili olan bazı bölümleri yadsıma eğilimi gösterebileceği konusundaki cümleleri aklıma geldi. Hızlı bir şekilde, bu yadsımayı terk ederek, kendimi kabul etmem gerektiğini anladım. Ha, bunu ne kadar yapabildim, geçen zamana karşı henüz bilmiyorum. Kendimle iç hesaplaşmamı tamamlamadan, üstüme yeni yükler alacağım "İnsanlardan Korkmak" bölümüne geçtim. Engin Geçtan, bizzat işim düşmediği için ne kadar iyi bir psikiyatr olduğunu değerlendiremeyeceğim bir isim; ancak insana ayna tutma konusunda inanılmaz akıcı bir üslubu olduğunun altına rahatlıkla imzamı atabileceğim bir yazar. Yazılanlar, okuyucuyu incitmek maksadı taşımadığı gibi, doğrudan okuyucuya "sen busun" demiyor. Lâkin onun konuyla ilgili tespitleri arasında, ifade tarzından kaynaklanan ve okuyucuya kendine yakışan özellik veya ruh durumunu kabul ettiren ikna edici bir üslubu var. Bununla birlikte, başlıklar halinde incelediğinizde, birbiri ile bağlı gözükmeyen bütün bölümler, aslında her bölümün sonunda makul bir tezle kendisini takip eden bölüme bağlanıveriyor. İnsan denilen varlığın, değersizlik, öfke, kaygı, düşmanlık, yalnızlık, sorumluluktan kaçış gibi eğilimleri üzerinden geçerken, bir yandan kendinizi görmekle kalmıyor, etrafınızdaki insanların eğilimlerinin altında yatması muhtemel temel sebeplere de vakıf oluyorsunuz. Engin Geçtan'ın kitapla ilgili en önemli özelliklerinden birisi "biz dili"ni de kullanıyor olması. Yani kitapta sanki yazar her şeyin farkına varmış da, bizler bu durumdan bîhabermişiz gibi davranmıyor. Kitap genelinde, "bu konudaki sorunumuz", "başkalarına karşı sorumluluklarımız" gibi kalıplarla karşılaşıyorsunuz. Bu haliyle, Geçtan'ın kendini olanlardan soyutlamadığı, ancak pek çok konuda davranışların altında yatanları hem akademik çalışmaları sebebiyle daha iyi bilmesi, hem de bunu edebi bir şekilde yansıtabilme becerisi sayesinde sadece kitaba değil, bir yol gösterici olarak kendisine de hayranlık duyuyorsunuz. Kitap, insan olmak ve insanlık kavramıyla bunca sorunlu olduğum bir dönemde bu kavramlarla takıntılı olmamı haklı hale getiren pek çok veri sundu. Aslında bütün sorunlarımızın temelinde yatan en önemli sebep, anne ve babalarımızla olan ilişkilerimiz. Kaldı ki, toplumla ve bireyle ilk tanışıklığımız ve iletişimimiz onlarla olduğu için bu normal. Ancak bugün kendi olmayı gerçekleştirememiş insanların bu kitaba dayanarak bütün suçu anne ve babalarına yüklemesinin de adil olmadığını düşünüyorum. Davranışlarımızın temellerini inşa etmekle birlikte, kendi yanlışlarımızı düzeltmek yerine, bunun için sürekli birilerini veya bir şeyleri suçlar halde olmak da bana doğru gelmiyor. Yanlış anlaşılmasın kitabın böyle bir mesajı yok. Aksine birey ve toplumda gördüğümüz bir takım davranış kalıplarının sebepleri irdeleniyor.

Engin Geçtan'ın sürekli olarak üzerinde durduğu kendini gerçekleştirme kavramının yanı sıra, zaman zaman bu "gerçekleştirme"nin yanlış anlaşıldığını da belirtiyor. Kitapta, özellikle günümüz yaşantısı altında değişen davranış kalıpları da inceleme altında. Bunun yanı sıra, bir yalnızlık bölümü var ki, insanın tekrar tekrar okuyası geliyor. Yazarın teknolojinin gelişmesi ile birlikte, insanın "aşırı yüklemesi"ne ilişkin ifadelerinin, kitabın ilk yazılmış ve yayınlanmış olduğu 1983 yılından bu yana geçerliliğini yitirmediğine de dikkat çekmeliyim. Aksine, kitabın yazıldığı dönemden günümüze ilerleyen teknolojinin ve onun yalnızlaştırdığı insanlar olarak bizlerin nasıl bir aşırı yüklemeyle karşı karşıya kaldığımızı da ilave olarak değerlendirmeliyiz. Bizler iyilik ve kötülüğü aynı şekilde içimizde barındıran varlıklarız. Yazar bunu çok isabetli yorumlar ve tespitlerle aktarıyor. İçimizdeki bu farklılığı, farklı eğilimlere yönelmeyi belirleyecek şeyin ise doğumla başlayan yaşantımızda karşılaştığımız, karşılaşacağımız şeyler olduğunu açıkça ifade ediyor. Engin Geçtan'ın popüler psikoloji de diyebileceğimiz bu alanda verdiği eserler, ucuz kişisel gelişim kitaplarından çok çok daha fazlasını zihninize, bilincinizin en alt katmanlarına iğneyle zerk ediyor gibi. Öyle ki, günlük yaşantınızda bazı hareketlerinizi -çoğunlukla fiili tamamladıktan sonra- öğrendikleriniz doğrultusunda değerlendirirken buluyorsunuz kendinizi. Böyle yapmamın sebebi veya bu hareketimin altında yatan temel kalıp bu diyebiliyorsunuz. Bu haliyle ve ifade tarzıyla, ilk olarak Geçtan'ı okumamışsanız bir nebze uzak durabileceğiniz, Jung, Adler, Freud gibi psikanaliz, psikoloji alanında eser vermiş isimlerin kitaplarına daha birikimli bir şekilde göğüs gerebiliyorsunuz. Bir kaç satır önce belirttiğim gibi kitabın en önemli fonksiyonlarından birisi, bazılarımızın kurtuluşu aradığı kişisel gelişim kitapları gibi "mutlu olmak için kendini aya fırlat" temalı emir cümlelerinden kurtarıyor olması. Engin Geçtan sizi en açık ve yıkıcı şekliyle kendinizle yüzleştiriyor. Sadece kendinizle değil, insanlık dediğimiz, insan dediğimiz kavramla ve onun eğilimleriyle ilgili olarak zihnimizi kasıp kavuruyor ki, hakiki kişisel gelişimin bu tip çöküşlerle başladığını yürekten teyit ediyorsunuz. En azından insana sürekli "mucizenin içinde" olduğunu hatırlatmıyor olması, insanın yeri geldiğinde ne kadar bencil, yıkıcı, karıştırıcı bir varlık olabileceğini göstermesi ve kendini bütün bu sıfatlardan münezzeh kılan okuyucuya "kendine gel" deyiş şekli itibariyle övgüyü sonuna kadar hak eden bir kitap.

Sadece ülkemiz adına değil, dünya genelinde zor zamanlardan geçiyoruz. İnsan kavramının önceki çağlara göre, içinin bu kadar boşaldığı bir zaman dilimi olduysa da karşılaştırabilme imkanımız yok. Tabir-i caizse ve gerçekten bir çığrımız varsa, ondan çoktan çıkmış durumdayız. Birbirimize farklı şekillerde, farklı sebeplerden, farklı işkence, tecavüz ve ölümleri layık görebiliyoruz. Ne birey olarak ne de toplum olarak yaşamanın yollarını öğrenemiyoruz. Hayatımızda yer alan veya süregelen her olay için bir fakatımız var. Bazen kalben yanlış olduğunu bildiğimiz şeyleri bile, dilimizin yalanladığına şahit oluyoruz. Dünya insan denen virütik organizmanın içgüdüsel sebeplere değil de, insanın kendini gerçekleştirmesine engel olan kitlesel savaşlarla birbirini yok etmekten yüz yıllığına vazgeçmesi üzerine inanılmaz bir hızla yayılarak gezegenin sonunu hazırlıyor. Engin Geçtan'ın 2013 yılında Hürriyet gazetesine vermiş olduğu röportajda söylediği cümle, aslında durumumuzu net bir şekilde özetliyor. Bizler felaketin hem yaratıcısı, hem de kurbanıyız. Bugün ortaya çıkan bütün savaşlar, doğal felaketler, ölümler, açlıklar burada sayabileceğim her türlü felaket ve kötülüğün yaratıcısı, insanın ta kendisi. Bu demek değil ki, insan sadece kötü eğilimleri olan bir varlık. İnsan eğilimlerini, davranışlarının altında yatan temel sebepleri anlayarak iyi şeyler yapmaya odaklayabilir. İnsan-ı kâmil veya olgun insan olabilir. Engin Geçtan'ın tabiriyle insan kendisini gerçekleştirebilir. Çünkü bütün psikolojik temelleri ve haklılığına rağmen, benim gibi insanlar halen "insan olmanın" bir değeri olduğunu düşünüyor. Bu varlığın bir kibir meşgâlesi değil, bir var oluş sebebi olduğuna inanmak lazım. Hobbes "insan, insanın kurdudur" derken elma kurdunu kastetseymiş daha doğru olurmuş. Zira bizler, hem birbirimizi, hem de bu güzel gezegeni içten içe yiyip bitiriyoruz. O yüzden bir var oluş sebebimiz olduğunu düşünmeli veya kendimizi gerçekleştirmeliyiz. Zira bugün gözlerimizin önünde gerçekleşen her türlü felaketi çözebilecek gücümüz ve daha önceki örneklere sunulmuş çözümlerimiz var. Engin Geçtan ile kitabında sunduğu görüşleri ile görüşlerimin ayrıldığı tek bir nokta var. O da Geçtan'ın insan yapısındaki yapıcı ve yıkıcı dengeden dolayı, insanlığın geleceği adına karamsarlığa kapılmamızın engellendiği yönündeki görüşü.  Ben dengenin yıkım lehine gittikçe artacağı görüşündeyim. Gerçi Geçtan'da bir geri dönüş olmazsa topluca felakete gittiğimizi belirtmiş daha sonra. Benim bu görüşü oluşturmamda biraz da İbn'ül Arabi'nin bende yarattığı etkiler söz konusu. Şahsen, insan namıyla yaratıldığına inandığım varlığın macerasının, "O"nun nezdinde kendini tamamlayarak yok olmasına doğru gittiğine inanıyorum. Kıyamet diye beklediğimiz şey de budur belki.

Buna rağmen, kendimizi gerçekleştirmek, insan-ı kâmil olmak için hiç değilse çabalamak; bizden bir iz kalacaksa günün birinde, daha iyi bir iz bırakmaya çalışsak fena olmaz mı? Ya da Engin Geçtan'ın başka bir kitabında da belirttiği gibi, gözlemek yerine katılmayı tercih ederek kendi hikayemize sahip olsak fena olmaz mı?

Kitaplarla kalın.