Sultan'ın Ateş Saçan Ejderhaları: Barut Savaşı - Naomi Novik (Temeraire-III)

"Yabanda doğan ejderha Peygamberi bilmez ve Şeytanın hizmetkârıdır"
Kitaptan



Serinin bu kitabıyla birlikte heyecan epey yükseliyor. Çin'de kendi türünden albino bir semâvi ile karşılaşıp, onun en önemli bağlarını koparmasının ardından Temeraire'in maceralarının bittiğini ve monoton bir eve dönüş yolculuğu hikayesi okuyacağınıza inanıyorsanız, Novik'in hikayeciliğinin sürprizlerle dolu yanını keşfetmek için hiç ara vermeden üçüncü kitapla devam etmeniz en uygunu olacaktır. Kitabı hevesli bir şekilde tanıtmaya başlamadan önce, hemen kısa künyesini geçeyim. Kitap serinin ilk iki kitabı gibi Pegasus Yayınları tarafından yayınlanmış, karton kapaklı 357 sayfa. Pegasus Yayınlarına ilişkin söyleyeceğim çok şey var; ama söyleyeceklerimin bir kısmını geçen yazıda dökülüverdiğim için şimdilik daha fazlasını yazmayı düşünmüyorum. Sadece üçüncü kitabı bitirdikten sonra, çaresiz bir tutkuyla, dizlerinizin üzerine çöküp, iki elinizi dua eder gibi açıp "neden, neden diğer kitapları hâlâ basmadılar?" diye haykıra haykıra kendinizden geçiyorsunuz. İlk iki kitapta Temeraire'in kazandığı tecrübeye eşlik ediyor ve nasıl kudretli bir ejderha olmaya başladığını görüyorduk. Elbette aslında kitabın ana hikayesinde İngiliz Hava Kuvvetlerinin, Napolyon'un ejderhalarına karşı direnişi teması olduğunu sandığımız anda aslında İngiliz ve Fransız Hava Kuvvetlerinin, Napolyon'un savaşının bir yan mesele olduğunu anlıyorsunuz. Aslında bütün maceramız, Temeraire ve Laurence'a odaklanmış durumda. İkinci kitapta Çin'de büyük badireler atlatıp yine de ayrılmamayı başaran Laurence ve Temeraire, Yüzbaşı Laurence'a gelen bir emir ile Türk okuyucuya çok ilgi çekici gelebilecek bir maceraya atılıyorlar. Osmanlı İmparatoru III. Selim ile Britanya İmparatorluğu arasında varılan anlaşma uyarınca, İngiliz Hava Kuvvetlerinin malı olduğu belirtilen üç ejderha yumurtasını almak üzere İstanbul'a gitmeleri gerekiyor. İlk kitapta, ateş üfleyen tek ağır siklet ejderha olarak belirtilen Kazilik türü, bu kitapta net bir şekilde Türk ejderhası olarak tanımlanıyor. Yanlış anlaşılmasın, ateş üfleyen başka ejderhalar var; ancak ağır siklet olup da ateş üfleyen tek tür Türk ejderhaları. Ejderhaların bu şekilde bir milliyeti veya tabiiyeti var mı diye soracak olursanız, kitabın tanımlamaları böyle. Örneğin her ülkenin kendi sistemleriyle çapraz çiftleşme sonucu elde ettikleri yumurtalar ve o ülkeye ait türler var. Bunun yanı sıra Temeraire bir Çin ejderhası. Çünkü Semâvi ejderhalar sadece Çin'de bulunuyor. Yumurtalardan ne çıkacağını bilmedikleri ve onları Çin'e getiren gemi Allegiance tamirattan geçtiği için görevin de aciliyetine binaen karadan gitmeye karar veriyorlar ki, Orta Asyadan İstanbul'a yapılacak çok farklı, maceralı ve inanılmaz zorlu bir yolculuğa çıkmış oluyorlar.

Temeraire'in mürettebatından olan ikinci kaptan Granby'nin kalbi temiz olsa gerek ki, bilmeden de olsa bir Kazilik ejderhası için yola çıkıyorlar. Dönemin Osmanlı İmparatorluğunun halen gücünü kaybetmemiş büyük bir imparatorluk olarak resmedilmesi ve Kazilik gibi ateş kırmızısı, sikletinde tek önemli bir ejderhanın Türk ejderhası sayılması, ne yalan söyleyeyim saçma bir gururlanma yaratıyor insanda. Eni konu fantastik bir hikaye olsa bile Napolyon'un gemilerini Nil savaşında batıran Kaziliklerden bahsedilmesi (alternatif tarihte yine ejderhaya biçilmiş bir rol) tehlikeli bir özellik olan gururlarımızı epeyce okşuyor. Elbette Kazilik türü ejderhalar birer savaş ejderhası olsa da, daha çok büyük şehirlerin güvenliği için kullanılıyorlar. Doğrudan saldırılarda kullanıldığına dair bir bilgiyle karşılaşmıyorsunuz. Üçüncü kitapta, ilk bakışta uğursuz bir haydut gibi gözükmesine rağmen Tharkay isimli bir rehberde kahramanlarımıza eşlik ediyor. Kayboluşunun ardından, öyle bir yerde arz-ı endam ediyor ki, bu anlamıyla Novik'in kalemiyle ruh verdiği enteresan karakterlerden birisi haline geliyor. Çöllerde gezerken Durzagh denilen ejderha dilinin varlığını öğrenen Temeraire'in bu dili kullanan dağlardaki yabani ejderhalarla karşılaşması da macerayı katlıyor. Kitaptaki İstanbul'a dair çok yoğun betimlemeler yok. Novik'in kafasında çizilmiş bir İstanbul portresi var, ama detaylandırılmamış durumda. Bunun yanında İstanbul seyahati boyunca vurgulanan Sultan, Harem ve Saray üçlüsü arasında bir de eski düşman Lien ile karşılaşılması okuyucuyu allak bullak edebilir. Temeraire'in mülkiyet konusunda Laurence ile bol bol diyaloğa girdiği ve günümüz için pek sosyalist ifadelerini dışarıda bırakırsak, yazarın harem ve içindekilerle ilgili fikirlerine de Laurence'ın ağzından hakim olabiliyoruz. Bu arada Kazilik türü dışında Akhal-Teke türü adı verilen orta siklet bir ejderha yumurtasından daha bahsediliyor ki, bu konuda meşhur Türkmen atı Ahal Tekenin varlığına rağmen, bu ismin seçilmiş olması biraz ilginç olmuş. Alternatif tarih oluşturmak bir yana, yazarın basit bir araştırmayla bunun ne olduğunu öğrenebilecek ve hatta öğrenmiş olması muhtemel olduğunu hesaba katarsak, sanırım diğer Türk ejderhalarına verilecek daha egzotik bir isim bulamadığı için bu ismi seçmiş olduğu düşünülebilir. Yeri gelmişken serinin ilerleyen kitaplarında Akhal-Teke ejderhaları nasıl tanımlayacak veya bu türü hiç görecek miyiz bilmiyorum ama Ahal Teke atlarının güzelliği ile doğru orantılı bir tanımlama olursa çok yakışır diye de düşünüyorum. 

Ejderhaların yumurtadayken gelişimlerinin ve öğrenmelerinin başladığını diğer kitaplardan az çok biliyorsunuz, ancak bu kitapta bu konu epey işleniyor. Ejderhalar yumurtadayken dil öğreniyor, şartları öğreniyor ve hatta yumurta onlar için sadece karınlarını doyurmaları ve boyut olarak genişlemelerini engelleyen bir kabuk görevi görmekten ileri gitmiyor gibi. Fantastik kurgu aleminin bu destansı yaratıkları, bu seride baş rollerde olduklarından, doğumları, yaşamları, yetenekleri konusunda kurgusal anlamda inanılmaz bir okyanusla karşı karşıyayız. Yazının girişinde karşılaştığınız cümle kitabın içinde geçiyor. Bu cümlenin devamında kitapta genel bir değerlendirme yok; ancak ejderhaların dini farkındalıkları da olabileceğine ilişkin bir öngörü oluşturabilir. Belki de serinin devamında bu tip şeyler işlenecek olabilir. Ejderhalara bir milliyet, tabiiyet, ayrı bir karakter, ruh ve şu an kati olmasa da bir inanç sahibi olma fırsatı tanıyan hayal gücü önünde eğilmemek mümkün değil. Özellikle yazarın bu konudaki hayal gücünü, alternatif gerçeklikle harmanlaması, bu serinin neden çok başarılı olduğunu gözler önüne seriyor. Serinin önceki iki kitabına göre en çok mekan değiştirilen kitap üçüncüsü. Çin, Tataristan, İstanbul, Avusturya ve Prusya'da çeşit çeşit maceranın içinden geçen kahramanlarımız, Prusya'da Napolyon'un ordularının ve Hava Kuvvetlerinin yeni komutanı olan Semâvi Lien'in gücüne de şahitlik ediyorlar. Lien'i Çin'den buraya getirenin ne olduğunu öğrenmek için kitapları okumanız yeterli olacaktır. Zaten bu tanıtım yazıları boyunca epey ipucu verdiğim için, kritik detaylar konusunda elimden geldiğince cimri davranmaya çalışıyorum. Ve inanın bu zamana kadar anlattıklarım, okuyacaklarınızın yanında neredeyse bir hiç. Genelde bu tip serilerde kitaplar ilerledikçe seri sıkıcı bir hal alır. Ancak bana sorarsanız serinin en heyecanlı, en sürükleyici ve en hareketli kitabı Barut Savaşı. Muhakkak ki bunda Kaziliklerin ve Sultan III. Selim'in de payı var. Fantastik kurguyu ve tarihi romanları seven biriyseniz ve Temeraire serisini hâlâ okumaya başlamadıysanız çok büyük bir kaybınız var demektir. Bir an önce bu muazzam seriye başlamanızı şiddetle tavsiye ederim. Zira seri her yeni kitapta, çok daha iyi ve eğlenceli bir hale geliyor.

Kitaplarla ve ejderhalarla kalın.