Dokuz Ay Sonra Yeniden Merhaba


Epey uzun süredir bir yazı yayınlamadığım için takip edenlerin bunun nedenlerini merak edebileceğini, onlara hatta en azından kendime bir açıklama borçlu olduğumu fark ettim. Bu yazıda kitap tanıtmayacağım; ancak size son dokuz ayda olanları ve bundan sonra olacaklara ilişkin tahminlerimi anlatıyor olacağım. Yazım tarzımı korumak adına da, son üç aydır kendi kendime yapmakta olduğum okunacaklar listeme ilişkin görseller ise size bu yazı sırasında eşlik edecekler. Öncelikle neden dokuz aydır blogu atıl bırakıyorum onu anlatayım. Aslında her şey, iş değiştirmemle başladı. Her insanın yapabileceği üzere, yeni işimde kendimi patronlarıma kanıtlamak için,günlük rutinlerimden, aileme ayırdığım zamandan ve dahi okumayı çok sevdiğim kitaplarımdan feragat etmem gerekti. İşime alışıp, belirli bir programı yakaladığımda eskisi kadar sık olmasa da, yine de tatil zamanlarımda okuduğum kitapları, maratonumun ne halde olduğunu paylaşabileceğime inandım. Ne yazık ki, hem işimin yoğunluğu, hem de hayatıma giren sürprizler bunu neredeyse imkansız hale getirdi. 1 Ocak 2016 tarihinde ikinci kızım doğdu. Bunun yanı sıra, işime ayırdığım zamanla birlikte, hem beş yaşındaki diğer kızıma, hem yeni doğan kızıma, hem onların güzel annesine de kaliteli bir şekilde zaman ayırmam gerekti. Bu noktada insanların hayatlarındaki mecburi önem sıralamaları devreye giriyor ne yazık ki. Bu sebeple de ayırdığım zamandan feragat edebileceğim ilk şey Kara Kütüphane yazıları oldu. Bu sebeple sosyal medya hesaplarına da fazla zaman ayıramaz hale geldim. Yine de içimden; "Nasıl olsa okumaya bir şekilde devam edebiliyorum. Zamanı gelince toplu şekilde paylaşıp, yeniden kaldığım yerden devam edebilirim" dedim. Ancak o da mümkün olmadı. Zira genişleyen bir ailenin sizden istediği zaman, sizi kitap okumaktan bile alıkoyar hale geliyor. Yorgunluğunuz, iki cümleden fazlasını okumanıza dahi izin vermiyor. Bunun yanı sıra, bu zamansızlık içerisinde programlı bir okuma yapmak da mümkün olmuyor. Bu şekilde 2016 Kasım ayına kadar kitaplarla ilgili okumak dışında pek az girişimim oldu. Ne olduysa Kasım ayının ortalarında oldu. 

Hayat gailesinin, iş yükünün, çocukların sorumluluğunun beni boğmaya başladığı bir anda, istediğim hayatın ne olduğunu sorguladığım bir zaman dilimindeydim. Bugün Kara Kütüphane'yi tekrar eski haline getirmem konusunda ısrarlı çabalarını görmezden gelemeyeceğim Göktürk Ömer Çakır'a da tam böyle bir zamanda daha önce defalarca yinelediği "Kara Kütüphane'yi niye devam ettirmiyorsun?" sorusundan dolayı teşekkürlerimi sunuyorum. Sadece bu konuda değil elbet, Ayarsız dergisinde Kara Kütüphane'yi matbu hale getirmek hususundaki hem yönlendirmesi, hem teklifi, hem de beni derginin editörü Ragıp Vural ağabey ile tanıştırmış olması için de minnettarım. Zira hep içimde olan ama pek bir yavaşlattığım kitap tutkumun sönmüş korlardan canlandırmakla kalmayıp, alev almasını sağladı. Bu şekilde Kasım sayısı ile birlikte Ayarsız dergisinde, şu ana dek formatı kararsız olsa da, bir köşe sahibi oldum. Şu ana kadar gelen kısacık dergi tecrübesi bana meramımı daha az kelimeyle anlatmak konusunda ciddi bir terbiye verirken, tanışma yemeği ile de çok kıymetli insanlarla tanıştım. Bu yemeğin bir hafta öncesinde içerisinde bulunduğum genç grubun heyecanı ve uzun süredir yüz yüze görüşmek için konuştuğumuz halde tanışamamış olduğumuz Oğuzhan Murat Öztürk hocamla başlayan bir farklılık zuhur etti. İçimde çürümekte olan gitaristi yeniden canlandıran Veysel Gökberk Manga ile başlarsak pek çok yeni arkadaşlar edindim ve içimdeki kitap tutkusu tıpkı bu işe başladığım zamandaki coşkusunu yakaladı. Karşılaştığım insanlar bana belirli konularda ne kadar bilgisiz olduğumu hatırlattı. Erkan Çakıcı ile mitolojiye ilişkin yapmış olduğumuz sohbet, Tiryaki Bey ile içimdeki trollü keşfetmem, Ragıp ağabeyin insanı düşünceye sevk eden geniş sorularıma kısa cevaplar vererek bana gereğinden fazla konuşuyor olduğumu hatırlatması gibi pek çok şey sayabilirim. Ancak içerisinde bulunduğum için pek mutlu olduğum bir proje Ayarsız. Ancak fark ettiğim üzere, sadece dergiye yazıyor olmak, Kara Kütüphane ile kendime yüklediğim, okumayı teşvik misyonunu tamamlamama yetmiyor. Bu sebeple siteyi yeniden canlandırmak için kolları sıvadım. Önce yarım kalan yazılarımı tamamladım ki, arka arkaya birer gün arayla bu yazıları okuyor olacaksınız. Ayarsız'da yazmış olduğum yazıları da, belirli bir müruruzamanı yakaladıktan sonra editörümüz de izin verirse ayrıca burada yayınlayacağım. Bunun dışında ise Sergen Çirkin'in bana www.bilimdili.com adresinde, hukuki tahsilimi, tarihi araştırmalarımla birleştirme şansı vermesi her şeyin tadı tuzu oldu. 

Eğer bir aksilik olmaz ise ayda iki yazı olmak üzere, Bilimdili'nde de popüler-akademik yazılarım da yayınlanıyor olacak. Bu açıdan düşünürsek ayda üç yazı hazırlıyor durumdayken, Kara Kütüphane'yi nasıl canlandırabilirim diye düşündüm. Bu sebeplerle Kara Kütüphane'nin alameti farikası olan Türk Tarihi Maratonunu öncelikli tutmaya karar verdim. Ayda üç yazının üzerine, ayda en az bir maraton yazısı yapmayı planlıyorum. Elbette Kasım ayından bu yana devam eden yazım maceram, bana pek çok şey kazandırdı. Aslında başından beri kitap tanıtımı yapmaktan çok, kitaplardan bahsediyorum. Bunu şimdi fark ettim. Bundan sonra da bahsetmeye devam ediyor olacağım. Tabii ufak farklılıklarla. Birebir kitabın kendisinden bahsetmek yerine, belirli kitapları içine alan yazılar kaleme almaya özen göstereceğim. Eğer becerebilirsem, okuduklarımın yanında toplamda ayda 6-7 civarı yazı kaleme almış olmayı diliyorum. Bununla birlikte, yan taraftaki alt başlıkları biraz daha geliştirmeyi umut ediyorum. Eskisi gibi planlamıyorum zira hayat her zaman sizin için daha farklı planlar yapıyor. En azından bu yazımın hemen ardından, tarih maratonunda Hunlar faslını resmi olarak bitirmiş olacağım.

Umarım bu sefer planladıklarımı başarabilirim.

Yorumlar