Dipnotlardan, Milli Bakış Açısına: Kök-Türk Tarihi - Prof. Dr. Sadettin Gömeç

"Geçmiş inkâr edilemez; geçmişine taş atanın, geleceğine gülle atarlar"
Bahtiyar Vahabzâde




Tarih maratonunda okumalarım eskisi kadar hızlı gitmiyor ne yazık ki. Eh bunun en önemli sebeplerinden birisi de blog dışında yürütmekte olduğum yazı faaliyetleri oldu. Dergiye yazı yazabilmek için, elbette farklı alanlarda kitap okumam ve günlük mecburi mesaimin dışında, bu kısım için de ciddi bir zaman ve emek sarf etmem kaçınılmazdı. Ancak düşündüğümde, Kara Kütüphanenin varlık sebebi olan tarih okuma maratonumu ihmal ettiğimin de farkındayım. Hakeza bu zamana kadar yapılmış okumalarım neticesinde, değişen görüşlerim doğrultusunda maratondaki bölümlemeyi değiştirdim. Sebeplerini "Türk Tarihi Maratonu" başlığında ayrıntılı olarak yazdım. Oradan da okuyabilirsiniz. Şimdi ise yeni adıyla Türk Orta Çağı bölümünün ilk uygarlığı haline gelen Gök-Türkler ile ilgili son bitirdiğim kitapla devam ediyorum. Bundan sonraki hedefim, tarih maratonu kapsamında her ay en az iki kitabın tanıtımını sizlerle paylaşmış olmak. Çünkü bu hızla devam edersem, maratonu hiç bitiremeyebileceğimi fark etmiş durumdayım. Bu yüzden girizgahın ardından hemen sıradaki kitabın künyesiyle maratonumuza devam edelim. Size tanıtacağım kitap Berikan Yayınları tarafından yayınlanmış, karton kapaklı 318 sayfalık bir eser. Yeni değişiklikle, Türk İlk Çağının son uygarlığı olarak ele almış olduğum Hunlar faslında da Prof. Dr. Sadettin Gömeç'in Türk-Hun Tarihi başlıklı kitabı için söylediklerimin pek çoğunu aslında bu kitapta da tekraren yansıtabilirim. Sadettin Hoca, tıpkı önceki kitapta olduğu gibi, bu kitapta da bazı isimlendirmeleri değiştirerek, kendi akademik görüşüne göre kitap genelinde bu isimleri kullanarak ilerliyor. Hatırlarsanız Sadettin Hoca, Mo'tun yerine Börü Tonga isimlendirmesini kullanıyordu. Burada da benzeri bir durum söz konusu. Örneklemem gerekirse, Mukan yerine Börü Kan olarak değiştiriyor ismi. Ancak Gök-Türk tarihi hususunda, Hun tarihinde olduğu kadar açık kapı bulunmadığı için belirli isimleri değiştirmek yerine ya aynen korumuş, ya da kendi isimlendirmesini parantez içerisinde belirtmiş durumda. Kitabın dipnotları bazı yerlerde ana metnin yer aldığı sayfadan daha fazla yer kaplıyor ve hatta bazı dipnotlar bir sonraki sayfaya kayabiliyor. Açıkçası bu okumayı zorlaştıran bir husus. Dipnot meselesi kitap açısından bence epey önemli. Çünkü çoğu akademik kitapta sadece atıf için bulunan dipnotların aksine, bu kitabın dipnotlarında ayrı ve çok önemli hususlar ele alınıyor. Dolayısıyla dipnotları da takip etmek istiyorsunuz. Yazının başında kitabın 318 sayfa olduğunu belirttim, ama kaynakçayı ve dipnotları çıkarsanız, okunacak olan ana metin 170-180 sayfa civarında bir metin oluyor. Elbette bu aşamada da dipnotların önemli olduğunu ve okunması gerektiğini ayrıca belirttiğim için okunacak bölüm 250 sayfayı geçer nitelikte. 

Kitabın Kök-Türk tarihi ile ilgili olarak, bütün kaynakları birlikte ele alması ve hatta bu zamana kadar okuduğum kitaplardan farklı olarak, doğrudan bu uygarlıkla ilişkilendirilmesi mümkün olmayan başka kaynakları da dahil ederek belirli sonuçlara ulaşması okuyucu açısından bilgilendirici bir okumayı tesis ediyor. Elbette sonraki kaynakları okumamış olduğum için henüz net bir kıyas yapamıyorum ancak şu ana kadar okumuş olduğum, Gök-Türk tarihi hususundaki en kapsamlı kitaplardan. Maratonun ilerleyişi gereği, bundan sonra okuyacaklarım bu konuda en sık tavsiye edilen kaynaklar olduğundan bu kıyaslamayı belki en sonda yapabilirim diye düşünüyorum. Bununla birlikte, Türk tarihinin bu bölümüne ilişkin, maratona başlamadan önceki tarihlerde okuduğum eserler göz önüne alındığında faydalı bir eser olduğunun altını çizmeliyim. Akademik anlamda Gömeç Hocamızın el emeği, göz nuru olan bu çalışma sağlam bir kaynakçaya, isabetli tespitlere ve tekrar belirteceğim üzere çok sık kurulmayan harici bağlantılara sahip. Kitap ile ilgili gözüme takılan şey ise Türk-Hun Tarihi kitabında sunduğum bazı tespitlerin bu kitap için de birebir geçerli olması. İşin ilginci, dipnotların uzunluğu, akademik anlatımı zaman zaman gölgeleyen milli ve zaman zaman hamasi ifadelerin kitapta yer alması hususunda değişiklik yok. Gerçekten de tanıtımı bu noktada bırakıp size daha önceki "Türk-Hun Tarihi" kitabının tanıtım linkini versem ve orada kitap isimleri ve belli başlı bazı kısımları değiştirmek kaydıyla okumanızı istesem, aynı ifadeleri yazarak kendimi tekrar etmiş olmam diye düşünüyorum. Önceki incelememi okurken de, Türk tarihi maratonundaki sistemsel değişikliğin tohumlarının Gömeç Hocanın ilk tanıttığım kitabıyla atılmış olduğunu fark ettiğimi söylemeliyim. Bu noktada kesinlikle yanlış anlaşılmak ve bu kitaba verilmiş muazzam emeği küçümsemek niyetinde değilim. Eğer hayata bakış açınız, dünyayı algılamaktaki referanslarınız milli-Türkçü-milliyetçi referanslar etrafında şekilleniyorsa, tanıtmakta olduğum kitap sizin için biçilmiş kaftandan öte. Dürüstçe bunu söylemeliyim. Ancak "Türk Tarihi Maratonu" başlığı altında da yazdığım üzere, Türk tarihini ve tarih hakkında yazılmış pek çok kitabı okudukça daha da net anladım ki tarihimizin sürekli övülmeye değil, anlaşılmaya ihtiyacı var. Vahşi barbarlar olarak algılanmaktan korkulduğu için, tarihimizde düşmanının kafatasından şarap içen, keçi kılından yapılmış konar-göçer çadırlarda yaşayan milletimizin ilk izlerini reddetmek, o tarihlerde aslında Atlantis seviyesinde bir uygarlıkmışız gibi tarihimizi resmetmek benim algıma göre yanlış. Burada düşünülmesi gereken şey, bizim ilk atalarımızın düşmanının kafatasından şarap içtiği çağlarda, başka medeniyetlerin mağaralardaki hayatı terk edememiş olmasını, aynı anda başka medeniyetlerin ise uygarlığın şafağında tüm insanlığa yeni icatlar sunması veya sunulanları geliştirmiş olmasının birlikte değerlendirilmesi gerekliliğidir. 

Savaşçılığından utanarak; "çağın en gelişmiş medeniyeti bizdik" demenin tarih nezdinde hiçbir ehemmiyeti yok. Zira gelişmiş olduğunu düşünen uygarlıklar, savaş teknolojisi ve taktiklerinde hiç karşılaşmadıkları usuller doğrultusunda daha az sayıdaki atalarımızın orduları karşısında hiçbir varlık gösterememişlerdir. Belki de uygarlığı kendi gerçek "milli" kıstaslarımızla değerlendirmemiz kendi tarihimizle ve geçmişimizle hesaplaşmaya çalışmamız, geleceğimiz için daha faydalı olacaktır. Belirttiğim üzere bu cümlelerden çıkarılması gereken sonuç, bizim savaşçı, geri kalmış ve vahşi bir uygarlık olmamız değildir. Biz savaşçı ve gelişmiş bir uygarlık olabiliriz; ancak savaşçılığımızı, kültürümüzün günümüz kıstasları ile ele alındığında gözümüze batan yerlerini törpüleyerek, bütün bir tarihi, büyük bir kahramanlık destanı gibi yorumlayarak doğrulara ulaşamayacağımız kanaatindeyim. Geçmişimizde kötülükler var demiyorum özetlersem. Aksine geçmişimizde var olduğunu düşündüğümüz ve bugünün değerlendirmelerine Diğer kitaptan farklı olarak, Kök-Türk tarihi kaynak sıkıntısının nispeten az olması ve verilerin değerlendirilmesi aşamasında çok daha başarılı bir noktada. Hayatı milli zaviyelerden değerlendiren okuyucu için de çok rahatlıkla okunabilecek bir kitap. Gök-Türk uygarlığı hususunda okuyana çok fazla bilgi katacağı da kati bir şekilde ortada. Nitekim bu konuda kaynak bolluğuna karşın henüz karşılaşmamış olduğum dipnotlar ve yerinde değerlendirmeler mevcut. Bu noktada geçen yazıdaki bir cümlemi de aynen alıntılayarak bitirmek istiyorum: "Türk tarihi çok geniş bir alana hakim. Buna rağmen her saftan, her okuyucuya hitap edebilecek nitelikte bir akademik eser çıkartmak, bizim akademisyenlerimize pek sık kısmet olmuyor." Oysa üstüne özellikle bastıra bastıra söylediğim gibi bizim tarihimizin ululanmaya, övülmeye, göklere çıkartılmaya ihtiyacı yok. Sadece geçmişimizi, atalarımızı, kültürümüzü anlamaya ihtiyacımız var. İşte bu sebeple çok verimli ve donanımlı olmasına karşın, milli ve hamasi bakış açısına sahip kitaplar, ondan faydalanabilecek çok daha büyük bir kitlenin değerlendirmesinin dışında kalıyor. Türk'ü, tarihini ve kültürünü anlamaya ihtiyacı olan çok büyük bir kitlenin hem de. 

Kitaplarla ve tarihle kalın. 







Yorumlar