Garbın Ufkundaki Şark Balyozu: Demir Dövme Hikayeleri - Murat Başekim

"Korkunun kaynağı gelecekte yatar. 
Kim gelecekten kurtulmuşsa, 
korkacak bir şeyi yoktur"
Milan Kundera



Evet fark etmiş olacağınız üzere, bu ay arka arkaya korku eserleri tanıtıyor durumdayım. Ayarsız derginin Mayıs sayısı için korku teması üzerinden bir şeyler çiziktirdiğim yazımda, yazıya rehberlik eden üç kitaptan birisi de benim kitaplarını büyük bir iştahla okuduğum Murat Başekim'e ait. Bu yazıya başlamadan önce Murat Başekim kitapları ile nasıl tanıştığımı tekrar hatırladım birden. Kendimi tarih kitapları okumaya adamış olduğum bir dönemde, İskitlerle ilgili kaynak kitap ararken, yazarın İskit romanı ile karşılaşmış, daha sonra acaba başka ne tip kitaplar yazmıştır diye ararken İletişim Yayınları tarafından yayınlanmış olan "DG" isimli kitabı ve İskit'i hemen sipariş etmiştim. Belki hacminden dolayı, belki de İskit'i okumaya henüz yeterli alt yapım olmadığından, ilk olarak ince bir kitap olan ve Deli Gücük hikayelerini barındıran kitabını okuyunca da üslubuna hayran kalmıştım. İskit'i okuduktan sonrası ise daha üçüncü kitabında yazara bir külliyat oluşturmaya yeltenmiştim. Bu satırları kendisinin de okumakta olduğunu tahmin ettiğimden, acaba buradan başka bir yerde, onun külliyatını tutan birisi olup olmadığını merak ettiğimi de sormuş olayım. Son dönem edebiyatımızda şahsi listemde açık ara ilk üçte yer alan yazarlardan birisi Murat Başekim. Bugüne kadar okuduğum dört kitabında da kapağı hep memnuniyetle kapattım. Demir Dövme Öykülerini ise normalde Karanlık Çağ isimli romanından çok önce temin etmiş olmama karşın, ancak elime alabildiğim bir kitap oldu. Hayat görüşü itibariyle insanın okuduğu şeylerin zamanını, hissikablelvuku ile seçtiği düşüncesindeyim. Demir Dövme Öyküleri de tam böyle bir hissiyatın arkasından, Ayarsız dergisinde kaleme alacağım yazı için biçilmiş bir kaftan olarak kitaplığımdan göz kırptı bana. Size tanıtacağım kitap İletişim Yayınları tarafından yayınlanmış, karton kapaklı 200 sayfalık bir eser. Demir Yavuz karakteri, tanıtımını bu blog içerisinde de bulabileceğiniz yazarın "Hayal Et Hikayeleri" adlı kitabında ilk defa arz-ı endam eden post modern cadı avcısı karakterinin ismi. O kitapta parça parça bazı hikayelerde boy göstermekte iken, bu defa bütün bir kitap ve tüm hikayeler karakterin ayaklarının altına serilmiş. İyi ki de öyle olmuş. Hayal Et Hikayeleri, yapı itibariyle ben dahil korku-fantastik türünü sevenleri tatmin etmesine karşın, Başekim'in kaleminin romanlar ve devamlılık içeren hikayelerde çok daha başarılı olduğunun ispatlarından birisi gibi. Burada yanlış anlaşılmak istemem elbette. Yazarın şark gotiği diye tanımlamış olduğu türün, Hayal Et Hikayelerinde çok muazzam ürünleri olduğu inkar edilemez. Bununla birlikte bir karakter üzerinde ardı sıra gelen ve kronolojik bir yapı izleyen hikayelerinde yazar normalde olduğundan daha çok, inanılmaz derecede sürükleyici.

Deli Gücük hikayeleri de, tıpkı tanıttığım kitaptaki gibi sürükleyiciydi. Demir Dövme Öykülerinde hikayelerin ardı sıra izlediği sıralamada, hikayeler arası boşluklara tutarlı geçiş süreçleri koysanız, birinci sınıf bir fantastik korku romanı olması da muhtemel. Kaldı ki hikaye türünde olmasına rağmen, alt kümeleri kapsayan büyük hikaye aslında Demir Yavuz'un hikayesi. Bu hikayeler arasındaki süreklilik ise okuyucuya sayfaları iştahla çevirtiyor. Esas karakter, aynı zamanda üzerinden sosyolojik tespitlerde bulunulabilecek bir karakter. Toplumsal yapımızın içerisinde bulunan pek çok karakterin tahlil edilesi uyumsuzluklarını ve tavır bozukluklarını üzerinde taşımakla birlikte aynı zamanda bizzat toplumun ta kendisi gibi. Yani hadım. İçinde belki de bir metafor olarak kullanılan cinsel dürtülerinin yeniden uyanmasını dileyen yanı ve hiçbir zaman bu dileğini gerçekleştiremeyecek fiziksel ahrazı tıpkı günümüz Türkiye'sinde kendisini arada kalmış hisseden insanların haline benziyor. Başekim'in hikayelerindeki fantastik korku karakterlerinin çeşitleri de bu öykülerde gittikçe genişlemiş. Öyle ki Göbeklitepe'nin bereketinden, Bodrum'un insan açlığına, Sırbistan'da mağdur ile saldırganın hep yanlış algılandığı coğrafyalara kadar uzuyor hikayeler. İstatistiği bozan iki hikaye dışında, bu fantastik korkutucu karakterler, aynı zamanda bölüm sonu canavarı gibi ortaya çıkıyor. Başekim, bu öykülerde ana karaktere eşlik edebilecek çok eğlenceli yan karakterler yaratmayı da başarmış. Demir'in sevmekle sövmek arasında kaldığınız dayısı buna çok iyi bir örnek. Korku dozu iyi ayarlanmakla birlikte Demir'in bazı sahnelerdeki hayıflanışları, karşısında yükselen korkutucu karakterlere karşı takındığı iplemez ruh hali, zaman zaman okuyucuya da geçebiliyor. Elbette bu noktalarda sizler de Demir ile özdeşleşip burnunuzun ucuna kadar gelmeyi başarmış heyulayı iplemezseniz, yazarın sürprizlerine hazırlıksız yakalanabilirsiniz. Demir eksildikçe güçlenen bir kahraman. Her macerasında bir şeyler kaybediyor, ama her kaybında daha büyük bir zafer kazanıyor. Başekim, Demir'in öykülerinde birinci şahıs ağzından hikayeleri anlatmayı tercih ettiği için, etrafında olanları mecburen onun bakış açısından izliyorsunuz. Bazı zamanlar sanki kitabın kapağında Demir'in karşısında oturan ölüm değil de, sizmişsiniz ve tavla oynarken size kendi hikayelerini anlatıyormuş gibi hissetmeniz bu sebeple normal. Bu anlamda da kapak seçimi de çok etkileyici olmuş. Demir aynı zamanda kendisinden çok şeyler öğrenilebilecek ve dersler çıkartılabilecek bir karakter haline gelmiş. Öykülerin hem dinamosu, hem de felsefi durgunluğu karakterin kimliğinde toplanmış durumda. İlk ortaya çıktığında da bir derinliği vardı, ancak bu kitapta Demir çok daha fazla olgunlaşmış.

Öyküler kaleme alınırken, özellikle birinci şahıs perspektifinden sunulan anlatıma ve Demir gibi hafif laubali bir kahramana rağmen öykünün geçtiği yerlere, tarihi geçmişlerine, mitolojik hikayelerine yapılan dönüşler kitabın altyapısına özenildiğini gösteriyor. Kaldı ki, bu Murat Başekim kitaplarında bu zamana kadar hiç es geçilmediğini gördüğüm bir özenli çalışmanın yansıması. Hem romanlarında, hem de hikayelerinde tarihi ve mitolojik altyapı aslına çok yakın bir şekilde düzenlendiği gibi, kurgulanan kısımları da hikayeyi olağanın üzerinde renklendirdiği için ayrı bir tat veriyor. Bu kadar şeyden bahsetmişken, korku unsurunun hikayelerdeki dozajından bahsetmediğimi fark ettim. Hikayeler, barındırdıkları fantastik korkutucu yaratıkların yarattığı aurayı yansıtması sebebiyle ürkütücü. Yukarıda da bahsettiğim şekilde Demir'in envai çeşit yaratığa yaklaşım tarzı bir miktar laubaliliği ve iplemezliği de içerdiğinden, ondaki lüzumsuz cesaret okuyucuya da geçiyor. Buna rağmen özellikle "av" bölümlerine geldiğinizde aniden kara bulutlar arkasına giren güneşle birlikte kararan hava misali, ortam inanılmaz puslu bir hâl alıyor. Zaten okuyucu olarak, ortam değişikliğini hissettiğiniz anda tüyleriniz diken diken oluyor ve "işte başlıyor" diyorsunuz. Özellikle Göbeklitepe kazı alanında ve Sırbistan'da geçen hikayede bu ürperti yerini derin bir korkuya doğru hiç sezdirmeden usul usul bırakıyor. Bir korku hikayesinin sizi etkilediğini en iyi nasıl anlarsınız diye bir soru sorsam ne cevap verirdiniz? Benim için bu sorunun cevabı, okuduğumda çok da etkilenmedim dediğim sahnelerin, yaratıkların gece rüyamda zuhur etmesidir. İşte Başekim'in kalemi, özellikle uygun ve sessiz bir ortamda kitabı okuduysanız gece rüyalarınızda canlanabiliyor. İşin garibi gerçek hayatınızda Demir Yavuz kadar cadı avı tecrübeniz ve meziyetiniz olmadığı takdirde boş yere karşınızdaki yaratığın kafasına vurabilmek için bir balyoz arıyor oluyorsunuz. Bu arada fırsatınız olursa önce Hayal Et Hikayeleri adlı kitabı okumanızı tavsiye ederim. Zira Demir Yavuz karakterinin ilk görünüşü ve bu kitaptaki hikayelerde yaşadıkları, sık sık bir geçmişe dönüş bölümü olmaksızın vurgulanıyor. Bu sebeple Demir'in geçmişinden bîhaberseniz, nelerden bahsettiğini tam olarak idrak edemeyebilirsiniz.

En başta da söylediğim gibi, Murat Başekim, özellikle fantastik korku türünde ne kitap çıkarırsa çıkarsın okuyacağım bir yazar olarak listemde yer alıyor. Bir edebiyat eleştirmeni değilim, ancak Başekim'in kıymeti sonradan bilinen yazarlar arasında olmasını da gönlüm hiç istemiyor. O yüzden belki de biraz partizanca bir şekilde sürekli kendisinin üslubuna olan hayranlığımdan bahsediyor olmam canınızı sıkıyor olabilir. Ancak bana güvenin. Bir okur olarak, hiçbir yönlendirme olmaksızın keşfettiğim üç yazar da bence işlerinin ehli ve edebiyatımızın geleceği konumundalar. Diyebilirsiniz ki, "tamam birisi Murat Başekim. Peki diğer iki yazar kim?" Onu da bu sayfaları takip ederek öğrenebilirsiniz. Zira bir aksaklık olmazsa ikisinin de kitaplarını bu ay içerisinde bu sayfalarda tanıtıyor olacağım.

Korkutan ve korkulan kitaplarla kalın.